Anayasa değişikliğiyle önerilen sistem ve zurnanın zırt deliği... Abdullah Ayan yazdı

Spor (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 20.03.2017 - 09:12, Güncelleme: 29.11.2021 - 14:41
 

Anayasa değişikliğiyle önerilen sistem ve zurnanın zırt deliği... Abdullah Ayan yazdı

ˮZurnanın zırt deliğiˮ ile ilgili bir sürü darb-ı mesel anlatılır da, bana göre en somut ve doyurucu tanım Türk Dil Kurumuʹna ait... TDK ˮsürdürülmekte olan bir işin en can alıcı noktasıˮ olarak özetliyor deyimin anlamını... O zaman ülkeyi aylardır geren ve halk oylamasının yapılacağı güne kadar da gereceği gün gibi aşikar şu anayasa değişikliklerinin pek konuşulmayan zırt deliği ya da sürdürülmekte olan işin en can alıcı meselesine değinmeye çalışalım. Türkiye 16 Nisanda referanduma gidip, 17 maddelik anayasa değişikliklerine ˮevetˮ ya da ˮhayırˮ diyecek... Diyecek demesine de, özellikle evet cephesinin ˮgüçlü Türkiyeˮ, ˮistikrarˮ, ˮbirlik, beraberlikˮ gibi kitleleri havaya sokan soyut kavramlardan çıkıp, gerçekten değişikliklerin getirip, götürecekleri konusunu tam olarak anladığı, ciddi bir sorunsal olarak orta yerde duruyor. Duruyor çünkü, Türkiyeʹ nin en çok eleştirilen ve sistemin işlemediğinin temelindeki hastalık anlamına da gelen asıl derdinin bu değişikliklerle çözüleceği konusunda ciddi kaygılar var. Bu kaygıları hayırcılar ve kararsızlar değil, ˮevetˮ cephesindekiler de duyuyor. Kaygının ya da, konuşulmayan sancının temelinde, yerele nefes alma şansı bırakmayan ve her gün biraz daha yerelin elinde kalmış ne varsa kendinde toplayan merkezdeki iktidarın, yönetme biçiminin değişecek olması... Bir iki örnekle anlatmaya çalışayım: Tek parti döneminde bile Belediye ya da il özel idareleri eliyle yönetilen Hastanelerin adı ˮmemleket hastaneleriˮ idi ve merkezi idarenin bütçeye para aktarması dışında personel, yönetim vs konularında tasarruf yerel yönetimlerdeydi. Sonra ne mi oldu? Memleket Hastaneleri, Devlet hastaneleri olarak tanımlanmaya, bırakın uzman bir doktoru, hemşire kadrosuna kaç kişinin hatta kimlerin atanacağı bile Ankaraʹ nın uhdesinde toplandı. O kadarla da kalmadı. Zaman içinde durumdan öylesine vazifeler çıkarıldı ki, bu garip bir hastane hemşiresinin çalıştığı bölümden bir başka bölüme geçmek için Milletvekiline, Vekilin de Bakan veya en azından müsteşar, genel müdüre rica telefonu açtığına tanık oldu. Örneği sağlıktan verdiğime bakmayın... Bu gözler bir yandan nüfus itibariyle orta boy bir kent olan Mersinin merkezde bile 4 ilçeye bölünüp, Müftü deresinin doğu, batı, kuzeyinde birbirlerine uzaklıkları 100 metreyi geçmeyen üç ayrı Belediye ihdas edildiğini de gördü, o Belediye sınırları içinde kaymakamlıklar oluşturulduğunu da... Ve o kaymakamlıklara her konuda örneğin müftülüklerde bile il müftüsü yanında 4 merkez ilçe müftülük kadroları verildiğini... (örnekleri ; tarımdan spora, eğitimden sosyal dayanışmaya varıncaya kadar çoğaltmak mümkün) Bugün ülkenin tek muktediri haline gelen ve her şeyi elinde tutması yetmezmiş gibi, daha da fazlasına talip olan AK Parti, 2004ʹ te yerel yönetimler reformunu hayata geçirmeye kalktığında, güvenlik/eğitim ve dış politika gibi alanlar dışında kalan ne varsa yerele devretme niyetindeydi. O günlerde o yerel yönetimler reformu anlatılırken ˮhangi sporu nerede yapacağınıza, hangi tesisin gerekli olduğuna neden Ankara karar versin?ˮ diyen AK Partiʹ nin sonradan gücünü pekiştirdikçe bırakın hangi spor tesisinin yapılacağına, belediyelerin dişe dokunur en ciddi etkinlik alanı olan kent imar planlarını bile dolaylı yollarla Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağladığını gördük. Böylesine bir güçlendirme ve tahkimle hayatın her alanında irade Ankaraʹda toplanırken, derdini yerelde çözme olanağı kalmayan vatandaş, her başı ağrıdığında iktidar Milletvekilini bulup onun üzerinden sorun çözme yolunu en geçerli yöntem olarak benimsedi. Çalıştığı bölümü beğenmeyen hemşire, çocuğuna iş arayan anne, diyalize bağlanmak için sıra bekleyen hasta, cami bakımı için kaynak arayan imam, köyüne gölet bekleyen muhtar; iktidara mensup vekile, vekil; Bakan veya Müsteşara sorunu ileterek çözme yolunu seçiyordu bugüne kadar. Bugüne kadar diyorum çünkü; eğer anayasa değişiklik paketi onaylanırsa, artık Bakanların ne partiyle, ne Meclisle, ne de Milletvekilleriyle organik bağı kalmayacak. Bakanları Başkan (Cumhurbaşkanı) seçecek. Bugüne kadar istisnai haller dışında Meclis içindeki iktidar Milletvekilleri arasından seçilen ve güvenoyu mekanizması dahil her bakımdan TBMM denetim ve gözetimi altında faaliyet gösteren Bakanlar değişikliklerin yürürlüğe girmesiyle Meclise değil, Başkana karşı sorumlu olacak... Ne Bakanlar Kurulunun güvenoyu alması, ne gensoru, ne başka bir mekanizma... Bakanın kendisini o göreve getiren Başkan dışında hiç kimseye karşı sorumluluğu da yok, kimseyi dinleme zorunluluğu da... Ön görülen sistem bu haliyle ABDʹ yi andırıyor ama orada neredeyse tüm yetkiler eyaletlere aktarılmış durumda. O kadar ki, Başkanlık koltuğuna oturduğu günden beri, bazı İslam ülke vatandaşlarına giriş yasağıyla ilgili kararname yayınlayıp duran Trumpʹ ın tüm girişimleri gidip gidip eyaletlerin yargı duvarlarına çarpıyor. Orada tüm yönetim erki eyaletlere, eyaletler üzerinden de kademe kademe en alt yerleşim birimlerine kadar inmiş durumda. Örneğin bin nüfuslu kasabanın okuluna alınacak öğretmeni ne Washington, ne ülkenin Eğitim Bakanı belirlemiyor. Eyalet Valisi, Belediye başkanı da karışmıyor. Belediye Meclisinin eğitim komitesi yönetiyor okulu... Bakan makro politikalara bakıyor, kasaba okuluna... Yetkiler alabildiğine paylaşılmış, sorumluluklar belirlenmiş, sistem tabandan, tavana oturmuş ve 150 yıldır güç aktarım mekanizması yerelden merkeze doğru değil, merkezden yerele doğru çalışıyor. Yönetim erkini yerelle paylaşmak şöyle dursun, tüm gücü zaten elinde toplayan merkezin, bu gücü çekirdek nüvesinin içine çekip saraya hapsetmesi ve her konuda anahtar bulma derdine düşen vatandaşın o anahtarı konumundaki Milletvekillerini tümüyle devreden çıkarması... Bugüne kadar iktidar dışındaki Milletvekillerinin pek işlevi kalmamıştı, değişiklikle Bakan üzerindeki etkisini yitirecek iktidar Milletvekillerinin de hükmü kalmıyor... İyi mi oluyor, kötü mü? Soruyu en küçük bir konuda bile sorun yaşayan ve sorunu ancak Milletvekiline ulaşarak çözebilen vatandaşa sormak lazım... Tabandan tavana doğru sistemi oturtmadan ve çağdaş ülkelerin seviyesine çıkarma, hayatın her alanındaki her sorunu tek kişinin iradesine bağlayan değişikliğin getireceklerini yaşayarak göreceğiz...  Abdullah Ayan  
ˮZurnanın zırt deliğiˮ ile ilgili bir sürü darb-ı mesel anlatılır da, bana göre en somut ve doyurucu tanım Türk Dil Kurumuʹna ait... TDK ˮsürdürülmekte olan bir işin en can alıcı noktasıˮ olarak özetliyor deyimin anlamını... O zaman ülkeyi aylardır geren ve halk oylamasının yapılacağı güne kadar da gereceği gün gibi aşikar şu anayasa değişikliklerinin pek konuşulmayan zırt deliği ya da sürdürülmekte olan işin en can alıcı meselesine değinmeye çalışalım. Türkiye 16 Nisanda referanduma gidip, 17 maddelik anayasa değişikliklerine ˮevetˮ ya da ˮhayırˮ diyecek... Diyecek demesine de, özellikle evet cephesinin ˮgüçlü Türkiyeˮ, ˮistikrarˮ, ˮbirlik, beraberlikˮ gibi kitleleri havaya sokan soyut kavramlardan çıkıp, gerçekten değişikliklerin getirip, götürecekleri konusunu tam olarak anladığı, ciddi bir sorunsal olarak orta yerde duruyor. Duruyor çünkü, Türkiyeʹ nin en çok eleştirilen ve sistemin işlemediğinin temelindeki hastalık anlamına da gelen asıl derdinin bu değişikliklerle çözüleceği konusunda ciddi kaygılar var. Bu kaygıları hayırcılar ve kararsızlar değil, ˮevetˮ cephesindekiler de duyuyor. Kaygının ya da, konuşulmayan sancının temelinde, yerele nefes alma şansı bırakmayan ve her gün biraz daha yerelin elinde kalmış ne varsa kendinde toplayan merkezdeki iktidarın, yönetme biçiminin değişecek olması... Bir iki örnekle anlatmaya çalışayım: Tek parti döneminde bile Belediye ya da il özel idareleri eliyle yönetilen Hastanelerin adı ˮmemleket hastaneleriˮ idi ve merkezi idarenin bütçeye para aktarması dışında personel, yönetim vs konularında tasarruf yerel yönetimlerdeydi. Sonra ne mi oldu? Memleket Hastaneleri, Devlet hastaneleri olarak tanımlanmaya, bırakın uzman bir doktoru, hemşire kadrosuna kaç kişinin hatta kimlerin atanacağı bile Ankaraʹ nın uhdesinde toplandı. O kadarla da kalmadı. Zaman içinde durumdan öylesine vazifeler çıkarıldı ki, bu garip bir hastane hemşiresinin çalıştığı bölümden bir başka bölüme geçmek için Milletvekiline, Vekilin de Bakan veya en azından müsteşar, genel müdüre rica telefonu açtığına tanık oldu. Örneği sağlıktan verdiğime bakmayın... Bu gözler bir yandan nüfus itibariyle orta boy bir kent olan Mersinin merkezde bile 4 ilçeye bölünüp, Müftü deresinin doğu, batı, kuzeyinde birbirlerine uzaklıkları 100 metreyi geçmeyen üç ayrı Belediye ihdas edildiğini de gördü, o Belediye sınırları içinde kaymakamlıklar oluşturulduğunu da... Ve o kaymakamlıklara her konuda örneğin müftülüklerde bile il müftüsü yanında 4 merkez ilçe müftülük kadroları verildiğini... (örnekleri ; tarımdan spora, eğitimden sosyal dayanışmaya varıncaya kadar çoğaltmak mümkün) Bugün ülkenin tek muktediri haline gelen ve her şeyi elinde tutması yetmezmiş gibi, daha da fazlasına talip olan AK Parti, 2004ʹ te yerel yönetimler reformunu hayata geçirmeye kalktığında, güvenlik/eğitim ve dış politika gibi alanlar dışında kalan ne varsa yerele devretme niyetindeydi. O günlerde o yerel yönetimler reformu anlatılırken ˮhangi sporu nerede yapacağınıza, hangi tesisin gerekli olduğuna neden Ankara karar versin?ˮ diyen AK Partiʹ nin sonradan gücünü pekiştirdikçe bırakın hangi spor tesisinin yapılacağına, belediyelerin dişe dokunur en ciddi etkinlik alanı olan kent imar planlarını bile dolaylı yollarla Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağladığını gördük. Böylesine bir güçlendirme ve tahkimle hayatın her alanında irade Ankaraʹda toplanırken, derdini yerelde çözme olanağı kalmayan vatandaş, her başı ağrıdığında iktidar Milletvekilini bulup onun üzerinden sorun çözme yolunu en geçerli yöntem olarak benimsedi. Çalıştığı bölümü beğenmeyen hemşire, çocuğuna iş arayan anne, diyalize bağlanmak için sıra bekleyen hasta, cami bakımı için kaynak arayan imam, köyüne gölet bekleyen muhtar; iktidara mensup vekile, vekil; Bakan veya Müsteşara sorunu ileterek çözme yolunu seçiyordu bugüne kadar. Bugüne kadar diyorum çünkü; eğer anayasa değişiklik paketi onaylanırsa, artık Bakanların ne partiyle, ne Meclisle, ne de Milletvekilleriyle organik bağı kalmayacak. Bakanları Başkan (Cumhurbaşkanı) seçecek. Bugüne kadar istisnai haller dışında Meclis içindeki iktidar Milletvekilleri arasından seçilen ve güvenoyu mekanizması dahil her bakımdan TBMM denetim ve gözetimi altında faaliyet gösteren Bakanlar değişikliklerin yürürlüğe girmesiyle Meclise değil, Başkana karşı sorumlu olacak... Ne Bakanlar Kurulunun güvenoyu alması, ne gensoru, ne başka bir mekanizma... Bakanın kendisini o göreve getiren Başkan dışında hiç kimseye karşı sorumluluğu da yok, kimseyi dinleme zorunluluğu da... Ön görülen sistem bu haliyle ABDʹ yi andırıyor ama orada neredeyse tüm yetkiler eyaletlere aktarılmış durumda. O kadar ki, Başkanlık koltuğuna oturduğu günden beri, bazı İslam ülke vatandaşlarına giriş yasağıyla ilgili kararname yayınlayıp duran Trumpʹ ın tüm girişimleri gidip gidip eyaletlerin yargı duvarlarına çarpıyor. Orada tüm yönetim erki eyaletlere, eyaletler üzerinden de kademe kademe en alt yerleşim birimlerine kadar inmiş durumda. Örneğin bin nüfuslu kasabanın okuluna alınacak öğretmeni ne Washington, ne ülkenin Eğitim Bakanı belirlemiyor. Eyalet Valisi, Belediye başkanı da karışmıyor. Belediye Meclisinin eğitim komitesi yönetiyor okulu... Bakan makro politikalara bakıyor, kasaba okuluna... Yetkiler alabildiğine paylaşılmış, sorumluluklar belirlenmiş, sistem tabandan, tavana oturmuş ve 150 yıldır güç aktarım mekanizması yerelden merkeze doğru değil, merkezden yerele doğru çalışıyor. Yönetim erkini yerelle paylaşmak şöyle dursun, tüm gücü zaten elinde toplayan merkezin, bu gücü çekirdek nüvesinin içine çekip saraya hapsetmesi ve her konuda anahtar bulma derdine düşen vatandaşın o anahtarı konumundaki Milletvekillerini tümüyle devreden çıkarması... Bugüne kadar iktidar dışındaki Milletvekillerinin pek işlevi kalmamıştı, değişiklikle Bakan üzerindeki etkisini yitirecek iktidar Milletvekillerinin de hükmü kalmıyor... İyi mi oluyor, kötü mü? Soruyu en küçük bir konuda bile sorun yaşayan ve sorunu ancak Milletvekiline ulaşarak çözebilen vatandaşa sormak lazım... Tabandan tavana doğru sistemi oturtmadan ve çağdaş ülkelerin seviyesine çıkarma, hayatın her alanındaki her sorunu tek kişinin iradesine bağlayan değişikliğin getireceklerini yaşayarak göreceğiz...  Abdullah Ayan  
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.