Şeffaflık masalı ve gerçekler... Abdullah Ayan yazdı

29.11.2018 - 08:26, Güncelleme: 29.11.2021 - 14:41
 

Şeffaflık masalı ve gerçekler... Abdullah Ayan yazdı

Bu ülkede ise en demokrat görünen Başkan bile zaman içinde bambaşka bir anlayışa doğru savruluyor…"biz eksenli " diye yola çıkan nice adayın, seçildikten sonra nasıl "ben merkezli" hale geldiğini bazen hüzün, çoğu zaman da ibretle izleyerek geçiyor yıllar…

Şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkeleri de tıpkı birlikte yönetme gibi günümüzün katılımcı belediyeciliğinin olmazsa olmazları. Bu nedenle siyasi görüşleri birbirinin zıddı pek çok adayın bu üç ilkeyi diline pelesenk ettiğini görüyoruz. Oysa tıpkı birlikte yönetme ve katılımcılık gibi şeffaflık ve tamamlayıcısı olarak kabul edilmesi gereken hesap verilebilirlik temelinde dünya görüşü, inanılan pek çok evrensel değere doğrudan bağlı… Demokrasiyi benimsememiş biri katılımcılığı ne kadar içselleştirmiş olabilir ki? İçselleştirilemediği içindir, seçimlerden önce kampanya boyunca "kenti birlikte yöneteceğiz" diyenlerin gerçek yüzleriyle (bir iki istisna dışında) koltuğu kaptıktan sonra tanışıyoruz. Tanıştıktan sonra da iş işten geçiyor. Bırakın sokaktaki vatandaşı, kendisini oraya taşıyan insanlarla, kadrolarla bile yollarını ayırma gereği duyuyor çoğu aday… Adaylık ve kampanya dönemi boyunca cep telefonunu önüne gelene veren ve "bu telefon 24 saat açık olacak" diyenlerin hangisine seçimlerden sonra ulaşabildiğini sormaya gerek var mı? Seçilmeyenler arazi oluyor, seçilenlerse en az 10 telefon kullanmaya başlıyor. Ve genelde kampanya dönemi açık olan o telefonlara seçimlerden sonra; özel kalem, danışman, sekreter, koruma vs. gibi pek çok farklı unvana sahip kişi cevap veriyor. Başkanlar da haklı, her şeyden anladıkları ve her şeye müdahale etme ihtiyacı duydukları için işleri başlarından aşkın. Bu durumda gelecek olan ve çoğu da Belediyeleri ilgilendirmeyen sayısız taleple nasıl baş edecekler? Kimisi seçim öncesi telefonunu ya kapatıyor, ya da unutturuyor. Daha insaflı olan ve geleceği düşünen akıllılarsa, "başkan şu an toplantıda, sorunu bana söyleyin, kendisine ileteceğim" gibisinden 'yarım elma gönül alma' babından yöntemlere başvuruyorlar. Şeffaflık ve ona bağlı olarak hesap verebilirlilik diğer ilkeler gibi demokrasinin kurumsallaşmadığı ülkelerde hatta yörelerde seçilen kişinin anlayışına, kendisinin belirlediği sınırlara bağlı… Demokrasinin olmazsa olmazı bu ilkelerin kurumsallaşması adına AB ile uyum çerçevesinde 2003 yılında çıkarılan Bilgi Edinme Kanunu bir devrim niteliği taşımaktaydı. Kanunun hayata geçmesinden sonra pek çok kamu kurumu gibi belediyelerin de önceleri ciddiye almadıkları, talepleri küçümsediği bir bocalama dönemi de yaşandı. Ama o kanunun hayata geçtiği güne kadar burnundan kıl aldırmayan belediyeler dahil devletin her kademesindeki bürokrasinin bir süre sonra yelkenleri suya indirdiği görüldü. İndirmeyenlere de, Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu hadlerini bildirmede hayli etkili oldu. AB ile tam üyelik sürecinde işlerliği güçlü olan, vatandaşın haklı bilgi edinme taleplerine bürokrasinin ve yerel yönetimlerin yanıt vermemesini hoş görmeyen, yargıya başvuru yolu dahil, yasal yaptırımlara bağlayan o süreç bugün eski heyecanını yitirmiş gibi görünüyor. Örneğin vatandaşın Belediyelerden istediği kimi bilgilere "ticari sır" zırhı büründürenler var ve özellikle belediye iktidara yakınsa, birileri "kamu kurumunun ticari sırrı mı olurmuş?" sorusunu dahi soramıyor. Oysa Türkiye olarak bugün farklı yerlere de savrulmamız, dünyada demokrasinin yerelden başladığı gerçeğini değiştirmiyor. Yerel demokrasinin özünü ise sizin vergilerinizle size hizmet verenlerin, paranızı nasıl harcadıklarını sorgulamanız, birey olarak denetlemeniz oluşturuyor. Bu durumda o hesap sorma mekanizmalarının zayıflatılması, AB sürecinden uzaklaştıkça yozlaştırılması değil aksine güçlendirilmesi, zamanın ruhuna uygun yeni yöntemlerle pekiştirilmesi gerekir. Burada yerel yönetimlerin ve o yönetimlere aday olup bizden oy isteyenlerin vaatleri, dünya görüşleri, demokrasiyi hangi ölçüde içselleştirdikleri önem kazanıyor.  Özellikle de şeffaflık, hesap verebilirlik gibi ilkeler kişilerle kaim olmamalı, kurumsal işleyişe kavuşturulmalı… Örneğin bugün kimi Belediye internet sitesine, kimisi de Belediye giriş kapısına günlük gelir ve gider tablosunu asıyor ama hangi kişiyi hangi vasıflara göre, hangi yöntemlerle işe aldığı, hangi işi kime hangi kriterlerle verdiği, hangi ihale şartnamesine hangi maddeyi neye göre koyduğu bilinmiyor… Oysa pek çok Başkan halk günü adı altında etkinlikler düzenliyor. Bu etkinlikleri dert dinleme seanslarından, şov olmaktan çıkarıp halk meclisleri hüviyetine dönüştürmek, bu toplantılarda o ay yapılanları katılımcılarla paylaşmak, bir sonraki ay yapılması düşünülen projelerle ilgili o projeden etkilenen sokak, mahalle, semt başta olmak üzere tüm belde yaşayanlarının görüşlerini almak hiç zor değil… Tabii böylesi bir şeffaf yönetim tarzı, katılımcılık anlayışını içselleştirmiş yöneticiler, kadrolar için geçerli. Bu ülkede ise en demokrat görünen Başkan bile zaman içinde bambaşka bir anlayışa doğru savruluyor…  "biz eksenli " diye yola çıkan nice adayın, seçildikten sonra nasıl "ben merkezli" hale geldiğini bazen hüzün, çoğu zaman da ibretle izleyerek geçiyor yıllar… Daha da kötüsü, bu çarpık savrulmaları kader diye benimseyen geniş kitlelerin, siyasete ve siyasetin kadrolarına, aktörlerine olan güvenlerini yitirmeleri… Abdullah Ayan  
Bu ülkede ise en demokrat görünen Başkan bile zaman içinde bambaşka bir anlayışa doğru savruluyor…"biz eksenli " diye yola çıkan nice adayın, seçildikten sonra nasıl "ben merkezli" hale geldiğini bazen hüzün, çoğu zaman da ibretle izleyerek geçiyor yıllar…

Şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkeleri de tıpkı birlikte yönetme gibi günümüzün katılımcı belediyeciliğinin olmazsa olmazları.

Bu nedenle siyasi görüşleri birbirinin zıddı pek çok adayın bu üç ilkeyi diline pelesenk ettiğini görüyoruz.

Oysa tıpkı birlikte yönetme ve katılımcılık gibi şeffaflık ve tamamlayıcısı olarak kabul edilmesi gereken hesap verilebilirlik temelinde dünya görüşü, inanılan pek çok evrensel değere doğrudan bağlı…

Demokrasiyi benimsememiş biri katılımcılığı ne kadar içselleştirmiş olabilir ki?

İçselleştirilemediği içindir, seçimlerden önce kampanya boyunca "kenti birlikte yöneteceğiz" diyenlerin gerçek yüzleriyle (bir iki istisna dışında) koltuğu kaptıktan sonra tanışıyoruz.

Tanıştıktan sonra da iş işten geçiyor. Bırakın sokaktaki vatandaşı, kendisini oraya taşıyan insanlarla, kadrolarla bile yollarını ayırma gereği duyuyor çoğu aday…

Adaylık ve kampanya dönemi boyunca cep telefonunu önüne gelene veren ve "bu telefon 24 saat açık olacak" diyenlerin hangisine seçimlerden sonra ulaşabildiğini sormaya gerek var mı?

Seçilmeyenler arazi oluyor, seçilenlerse en az 10 telefon kullanmaya başlıyor. Ve genelde kampanya dönemi açık olan o telefonlara seçimlerden sonra; özel kalem, danışman, sekreter, koruma vs. gibi pek çok farklı unvana sahip kişi cevap veriyor.

Başkanlar da haklı, her şeyden anladıkları ve her şeye müdahale etme ihtiyacı duydukları için işleri başlarından aşkın. Bu durumda gelecek olan ve çoğu da Belediyeleri ilgilendirmeyen sayısız taleple nasıl baş edecekler?

Kimisi seçim öncesi telefonunu ya kapatıyor, ya da unutturuyor.

Daha insaflı olan ve geleceği düşünen akıllılarsa, "başkan şu an toplantıda, sorunu bana söyleyin, kendisine ileteceğim" gibisinden 'yarım elma gönül alma' babından yöntemlere başvuruyorlar.

Şeffaflık ve ona bağlı olarak hesap verebilirlilik diğer ilkeler gibi demokrasinin kurumsallaşmadığı ülkelerde hatta yörelerde seçilen kişinin anlayışına, kendisinin belirlediği sınırlara bağlı…

Demokrasinin olmazsa olmazı bu ilkelerin kurumsallaşması adına AB ile uyum çerçevesinde 2003 yılında çıkarılan Bilgi Edinme Kanunu bir devrim niteliği taşımaktaydı.

Kanunun hayata geçmesinden sonra pek çok kamu kurumu gibi belediyelerin de önceleri ciddiye almadıkları, talepleri küçümsediği bir bocalama dönemi de yaşandı.

Ama o kanunun hayata geçtiği güne kadar burnundan kıl aldırmayan belediyeler dahil devletin her kademesindeki bürokrasinin bir süre sonra yelkenleri suya indirdiği görüldü.

İndirmeyenlere de, Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu hadlerini bildirmede hayli etkili oldu.

AB ile tam üyelik sürecinde işlerliği güçlü olan, vatandaşın haklı bilgi edinme taleplerine bürokrasinin ve yerel yönetimlerin yanıt vermemesini hoş görmeyen, yargıya başvuru yolu dahil, yasal yaptırımlara bağlayan o süreç bugün eski heyecanını yitirmiş gibi görünüyor.

Örneğin vatandaşın Belediyelerden istediği kimi bilgilere "ticari sır" zırhı büründürenler var ve özellikle belediye iktidara yakınsa, birileri "kamu kurumunun ticari sırrı mı olurmuş?" sorusunu dahi soramıyor.

Oysa Türkiye olarak bugün farklı yerlere de savrulmamız, dünyada demokrasinin yerelden başladığı gerçeğini değiştirmiyor.

Yerel demokrasinin özünü ise sizin vergilerinizle size hizmet verenlerin, paranızı nasıl harcadıklarını sorgulamanız, birey olarak denetlemeniz oluşturuyor.

Bu durumda o hesap sorma mekanizmalarının zayıflatılması, AB sürecinden uzaklaştıkça yozlaştırılması değil aksine güçlendirilmesi, zamanın ruhuna uygun yeni yöntemlerle pekiştirilmesi gerekir.

Burada yerel yönetimlerin ve o yönetimlere aday olup bizden oy isteyenlerin vaatleri, dünya görüşleri, demokrasiyi hangi ölçüde içselleştirdikleri önem kazanıyor.

 Özellikle de şeffaflık, hesap verebilirlik gibi ilkeler kişilerle kaim olmamalı, kurumsal işleyişe kavuşturulmalı…

Örneğin bugün kimi Belediye internet sitesine, kimisi de Belediye giriş kapısına günlük gelir ve gider tablosunu asıyor ama hangi kişiyi hangi vasıflara göre, hangi yöntemlerle işe aldığı, hangi işi kime hangi kriterlerle verdiği, hangi ihale şartnamesine hangi maddeyi neye göre koyduğu bilinmiyor…

Oysa pek çok Başkan halk günü adı altında etkinlikler düzenliyor. Bu etkinlikleri dert dinleme seanslarından, şov olmaktan çıkarıp halk meclisleri hüviyetine dönüştürmek, bu toplantılarda o ay yapılanları katılımcılarla paylaşmak, bir sonraki ay yapılması düşünülen projelerle ilgili o projeden etkilenen sokak, mahalle, semt başta olmak üzere tüm belde yaşayanlarının görüşlerini almak hiç zor değil…

Tabii böylesi bir şeffaf yönetim tarzı, katılımcılık anlayışını içselleştirmiş yöneticiler, kadrolar için geçerli.

Bu ülkede ise en demokrat görünen Başkan bile zaman içinde bambaşka bir anlayışa doğru savruluyor…

 "biz eksenli " diye yola çıkan nice adayın, seçildikten sonra nasıl "ben merkezli" hale geldiğini bazen hüzün, çoğu zaman da ibretle izleyerek geçiyor yıllar…

Daha da kötüsü, bu çarpık savrulmaları kader diye benimseyen geniş kitlelerin, siyasete ve siyasetin kadrolarına, aktörlerine olan güvenlerini yitirmeleri…

Abdullah Ayan

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.