Mersin’ in Üniversite kenti olma potansiyeli…Abdullah Ayan yazdı

Önceki makalede ‘her ile Üniversite kazandırma yerine Türkiye, Üniversite kentleri yaratma modeline ağırlık verse, bugün iflas bayrağını çeken eğitim sisteminin temel taşlarından yüksek öğretim çok farklı bir yerde olurdu’ tezine katkı yapacak veriler ve örneklemelere değinmeye çalıştım..

 

Üniversite kentleri, dünyanın en saygın eğitim kurumlarıyla birlikte anılan, kimi ‘marka şehirlerin’ en önemli dinamikleri olarak ortaya çıkan başarılı modeller…

 

1701 yılında kurulan ve günümüze kadar dünyanın en saygın eğitim kurumları arasındaki yerini koruyan Yale Üniversitesine ev sahipliği yapan Connecticut eyaletindeki New Haven…

 

1636’ da ilk nüvesi oluşturulan ve o günden beri 8 ABD başkanı, 79 Nobel Ödülü sahibi yetiştiren Massachusetts eyaletinin Cambridge şehrinin varlık sebebi, sembolü Harvard Üniversitesi…

 

Bin yıllık geçmişe sahip Oxford Londra’ da değil, 100 km uzaklıkta kendi adıyla anılan kentte kurulurken, 1209 yılında Oxford halkıyla yaşanan sorunlardan rahatsızlık duyan kimi akademisyenler de ülke merkezine değil kuzeydoğudaki Cambridge kasabasını tercih edip Cambridge Üniversitesi’ni yaratmışlardır..

 

Sadece ABD ve İngiltere gibi günümüz dünyasının önde üniversitelerine ev sahipliği yapan ülkelerle de sınırlı değil örnekler…

 

Bugün Türkiye’ de tartıştığımız yüksek öğrenim gören öğrencilerin barınma ve özelindeki ‘yurt sorunun’ temelinde her yönüyle illerin birikimi, alt yapısı, soysal dokusu gözetilmeden ‘ her ile üniversite anlayışının yanlışlığı yatıyor ama mesele bununla da sınırlı değil…

 

Bir başka açıdan bakıldığında diğer alanlarda olduğu gibi yüksek öğretimi de olduğu gibi İstanbul’ a yükleyen, bir başka ifadeyle yumurtaların tümünü tek sepete yükleyen stratejik planlama yanlışlığının oldukça ciddi ve artık telafisi hayli zor rolü inkar edilebilir mi?

 

Ülkede mevcut 131 devlet Üniversitesinin 13’ ü, 77 Vakıf Üniversitesinin 47’ si İstanbul’ dadır..

 

İstanbul ile birlikte Ankara’ daki 11 Vakıf Üniversitesini saymazsak geriye kalan ve tüm ülkeye dağılmış Vakıf Üniversiteleri toplamı 19…

 

Öğrenci sayısı bakımından da İstanbul bir milyonu aşkın Üniversite öğrencisine ev sahipliği yapmaktadır ve alt yapı sorunları çözülmemiş metropol, 1950 toplam nüfusu kadar yüksek öğrenim gencinin tüm gereksinimlerine yanıt vermeye çalışmakta…

 

Ülkenin örgün öğrenimdeki her üç öğrencisinden biri bugün İstanbul’ da okumakta, barınmakta ve çoğu metropol içinde yer alan üniversitelere ulaşmak amacıyla trafik yüküne katkı vermekte..

 

Oysa Türkiye, her ile Üniversite yerine, üniversite kentlerine odaklanmış olsa ve dünyanın gelişmiş Üniversite modellerinden dersler çıkarsa, teknolojiden sosyal bilimlere kadar hayatın her alanında geleceğe dönük bilim vahaları yaratabilirdi…

 

2008 yılında düzenlenen Mersin Kent Sempozyumu’ nda sunduğum ‘Mersin’ i bekleyen tehdit ve fırsatlar’ bildirisinin bir bölümünü ‘Mersin’ in eğitim alanındaki potansiyelini fırsata çevirmesi’ konusuna ayırmış ve görüşlerimi şöyle özetlemiştim:

 

“Son yıllarda göç almak bir yana, artık göç veren Mersin’ e, çoğumuz farkına varmasak ta, farklı bir kesim yerleşmekte…

 

Büyük kentlerden kaçan, nispeten eğitimli, emeklilerden oluşan bir kesim çeşitli nedenlerle Mersin’ i tercih ediyor.

 

Vakıf Üniversitelerinin yaygınlaştığı, trende bakılırsa bundan sonra da yaygınlaşacağı ülkemizde, Mersin iklim avantajı, sindirdiği demokratik ortamı ve yabancılara hoş görüsüyle yüksek öğretim alanında önemli fırsatlar barındırıyor..

 

Yapılacak kimi yasal düzenlemelerle başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünya gençlerine kucak açacak bu ‘serbest’ eğitim vahalarında öğrenim görmek isteyenler, emekli ailelerin yanında ve kent sahillerinde yer alan ve öğrenim dönemlerinde boş duran on binlerce ikinci konut olarak tanımlanan evlere yerleştirilerek, değerlendirilmeyen ‘ölü yatırım’ alanı harekete geçirilebilir”

 

O makaleyi kaleme aldığımda örgün öğretim kurumlarında eğitim alan 1,5 milyon öğrenci vardı, bugün sayı dört milyona yaklaşmış durumda (3 milyon 740 bin)

 

2008 yılında ülkede toplam Vakıf Üniversitesi sayısı 30 idi. Bugün 77’ ye çıkmış durumda..

 

Ve ne Mersin ne de başka bir Anadolu kenti bu büyümeden yeterince pay alamadı…

 

Oysa Vakıf Üniversiteleri açılırken, diğer yatırımların teşvik edilmesine benzer biçimde politika tercihleri yapılsa örneğin arazi tahsisi, vergi indirimleri, öğretim üyelerine ek ödemelerin devlet eliyle yapılması gibi teşvik mekanizmalarıyla yüksek düzeyde ve bölgenin ilgisini çekecek kurumlar oluşturulabilirdi…

 

Yüksek öğretime kucak açma potansiyeli yüksek Mersin gibi özel kentler en azından belli alanlarda eğitim verecek Üniversitelere örneğin tarım,  lojistik, dış ticaret, denizcilik gibi alanlara yoğunlaşsa,

 

hem sektörlerin ihtiyaç duyduğu elemanları yetiştirecek yüksek Okulların alt yapısına katkı verir, daha da önemlisi öğrenim alanında başta Anadolu olmak üzere tüm Doğu Akdeniz’ in cazibe merkezi haline getirilebilirdi…

 

Aslında bu alanda yıllar öncesinde gerçekleşmiş ancak amacına ulaşamamış iki çarpıcı örnek te var…

 

Biri 1940’ larda bölge tarımını geliştirme, bu alanda eğitimli insan yetiştirme amaçlı kurulan sonradan Enstitü’ ye dönüştürülen Alata Tarım Okulu…

 

Yokluk yıllarında bile o günün kıt kaynaklarıyla oluşturulan ve öğrencilere başta barınma her türlü olanağın sağlandığı binlerce dönüm tarım alanına sahip o okul, Tarım ağırlıklı bir Üniversiteye dönüştürülebilseydi, bugün ülkenin katma değeri yüksek tarım ürünlerinin geliştirilmesi ve yetiştirilmesi bir yana, bereketli toprağıyla aldığından çok daha fazlasını verebilirdi..

 

Alata’ yı İsrail’ den çıkarılacak derslerle böylesi bir üretim ve eğitim bölgesine dönüştürmek yerine betona sevdalı birilerinin elinden kurtardığımıza seviniyoruz ve o rantı yüksek 3 milyon m2’ yi aşkın bölge halen tehlikeyi savuşturmuş değil…

 

Mersin’ in kaçırdığı diğer fırsat; Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ nin Anadolu’ ya açılma serüveninin Gaziantep hamlesi ardından 1975’ te attığı ikinci ve son adım olan Erdemli batısındaki Deniz Bilimleri Enstitüsü… (Adı Deniz bilimleri Enstitüsü faaliyeti deniz araştırmalarıyla sınırlı ama sadece limon ağaçlarından oluşan bölümü 700 bin m2 civarında)

 

İki farklı alanda faaliyet gösterme amaçlı ve ülke tarihinde ilkler arasında yer alan iki enstitünün de ortak noktası, içlerine kapanık ve kentle hiçbir biçimde bağ oluşturmayan yapısal özellikleri…

 

Doğusunda Alata Tarım, batısında ODTÜ Deniz Araştırma Enstitülerine sahip Erdemli ve Mersin enerjisini, betonlaşma yerine bu iki Enstitü’yü Tarım ve Denizcilik alanında eğitim veren, iki sektöre eleman yetiştiren iki ayrı Üniversite’ ye hasretse bugün nerede olurduk?

 

Mersin’ in Üniversite kenti potansiyelini başka somut örneklerle irdelemeye devam edeceğim…

Abdullah Ayan