Mardin izlenimleri -2- (Riskler, tehditler)... Abdullah Ayan yazdı

Spor (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 14.05.2018 - 09:28, Güncelleme: 29.11.2021 - 14:41
 

Mardin izlenimleri -2- (Riskler, tehditler)... Abdullah Ayan yazdı

Önceki yazıda Mardin izlenimlerimin olumlu yanlarını, bir başka ifadeyle bardağın dolu yanlarını anlatmaya çalışmıştım. Kaldığım yerden devam edeyim… Kitle turizmi denilen, iyi yönetilmez ve alt/üst yapısı kontrol edilmezse, kısa zamanda altından kalkılmaz sorunları da içinde barındıran ciddi bir tehditle karşı karşıya Mardin… Oysa bu dünyada eşine az rastlanır bu kadim şehrin turist sellerine gerçekten ihtiyacı var mı? Soru tartışmaya açık ancak tartışılmayacak kadar kesin olan bir gerçek var ki; Mardin doğası ve yapısı itibariyle böylesine bir ˮakınaˮ hazır değil. Hatta bir adım ötesine gideyim; tecavüz anlamına gelecek bir yağmayla karşılaşmadığı sürece hiçbir zaman hazır da olmayacak… Son ziyaretimde gördüğüm iki çarpıcı tabloyu yansıtmaya çalışayım; meramım daha iyi anlaşılır… Yer: Deyrulzafaran Manastırı… Bilindiği kadarıyla 1500 yıllık (bodrum ve mahzenlerine dayalı anlatılan hikayelere bakılırsa belki çok daha eskilere dayanan) manastır oldukça geniş bir alana yayılmış farklı bölümlerden oluşmakta. Çocukluğumda çok az kimsenin bildiği, on yıl önce bile ziyarete gittiğimde sadece meraklı bir kesime rastladığım manastırın girişindeki otoparkta bu kez gördüğüm manzara çarpıcının da ötesinde ürkütücü… Otopark olarak düzenlenen alan onlarca tur otobüsünün işgali altında ve otobüs konvoyları park yerine girip çıkmaya, binlerce yolcuyu indirip bindirmeye çalışmakta… İnmeyi başaran turist kafileleri, kapağı manastırın girişindeki avlu ve seyir terasına atmaya çalışıyor. Geniş avlu; kahve, çay, meşrubattan tutun da çeşitli hediyelik eşyanın satıldığı biçimde düzenlenmiş. Yetmemiş şimdi de, bir bölümünü çerez vs. satacak birilerine vermişler. O birileri de avlunun o güzelim tarih kokan odalarını leblebi, kahve vs. kokusuyla daha bir egzotik! hale getirme derdinde. Elbette Süryani cemaati kendisine ait manastırı kendisi yönetmeli ama, yönetirken çok daha titiz biçimde korumayı ve gelecek nesillere tahrip etmeden devretmek zorunda değil mi? Gördüğüm üzüntü veren manzara bundan da ibaret değil… Manastırın asıl görülmesi gereken bölümüne ücret ödenerek girilebiliyor. En azından bu parayla giriş bir nebze caydırıcı bile olabilir. Ama onca otobüs yolcusu kuyruğa girip içeri dalıyor. Şöyle bir dolanıp, yeniden otobüse dönme telaşında… Oysa Deyrulzafaran öyle dalıp çıkılacak bir yer değil.. Dediğim gibi bilinen tarihiyle bile 15-16 asırlık bir mekan… Mahzenleri, müştemilatı, mahzenlerde güneşin doğuşunun izlendiği küçük pencereleri, Anadoluʹ nun bilinen en eski matbaasıyla eşi benzeri olmayan bir Manastırdan söz ediyoruz. Yer: Müzenin de bulunduğu Cumhuriyet Meydanı… Öylesine yerli ve yabancı ziyaretçi akını var ki, zorunlu olarak meydan otoparka dönüştürülmüş. Ama ne girmek mümkün, ne de çıkmak… Yanılıp arabasıyla girmeye çalışanlar, çıkan tartışmalar, birbiriyle yumruk yumruğa giren insanlar, kısaca gerginlik… Oysa ziyaretçiden geçtim, Mardinʹ i binlerce yıldır bekleyen asude insanların mirasçısı günümüz Mardinlileri sakin, huzur dolu iklimlerinin bozulmasını istemiyor. Tablo, Sabancıların restore ettiği Sabancı Müzesi ve Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesinin yer aldığı bölgede de aynı, hatta daha beter… Çözüm? Çözümü batıda benzer açık hava müzesi şehirlere bakarak üretmek lazım… O şehirler araç trafiğine kapatılmış… Mardinʹ de de araçların dolaşımı engellenmeli… Zaten tarihi bölge dediğimiz eski Mardin, bir bilemediniz iki kilometre uzunlukta bir caddeye sahip… Yeni kentin gelişip büyüdüğü batı yönünde Belediye, ihtiyaca cevap verecek büyüklükte bir otopark alanı düzenler. Cazip hale gelmesi için gerekirse ücret te alınmaz. Buradan eski Mardinʹ i boydan boya kat edecek toplu taşıma araçlarıyla ring seferleri düzenlenir. Ziyaretçi arabasını otoparka bırakır, ring aracıyla eski Mardinʹ de dilediği yerde iner, gezer, dolaşır, sokakları çıkar, taşın binlerce yıllık serüvenini izlemeye, anlamaya çalışır. Kitle turizmine sevinmek gerilerde kaldı. Artık Atina da, Barselona da, Roma, Vatikan, Venedik ve daha onlarca tarihi Avrupa kenti artık turist istemiyor, ruhuna dokunacak, genlerini okuyacak nitelikli ziyaretçi istiyor. ** Mardinʹ i bekleyen bir başka tehlike de pek dikkati çekmeyen ama uzun vadede benzer kentleri sarıp, kurt misali içten içe yiyen tek tipleştirme akını… Tek caddedeki bütün iş yerleri restore edilmiş.. Edilsin elbet… Ama restore edilirken, hepsine aynı yüz, aynı tabela kısaca aynı maske dayatılmış… Serbest bırakılsa abartıldığını biliyorum. Ama bu uygulama da bir başka abartıyı getirmiş… Kısaca bu ülkede hayatın hiçbir alanında ifrat ile tefrit arasındaki dengeyi bir türlü tutturamadık. Mardinʹ de de öyle… Tek tipleştirme Belediye veya Valilik eliyle dayatılan dükkan yüzleriyle de sınırlı değil… O dükkanlarda iş yapmaya çalışan Mardinli de, sattığı ürünlerde aynı tek tipi giymeyi benimsemiş… Başınızı nereye çevirseniz, çerez ve sabun satan mekanlardan geçilmiyor. Tamam, Mardinʹ in dillere destan bir leblebisi var. Onu her gelen ziyaretçi tatsın, hatta yetmez.. ˮDağlıˮ diye tabir edilen o leblebi markalaştırılmalı, marka olarak tescil edilmeli… Ama Allah için biri çıkıp satılan onca çeşit sabunun Mardinʹe özgü ürün olduğunu iddia etmesin. Evet, Siirt kökenli bir bıtım (yabani Siirt fıstığı) sabunu vardı Mardinʹ de ama dediğim gibi o bıtım sabunu bile Mardinli değil. Yetmezmiş gibi onlarca sabunu bir yerlerde kimyevi boyalarla süsleyerek Mardinʹ e özgü hediye arayan turiste satmak ta neyin nesi? Varsa kendinize özgü ürününüz, onu tanıtın, yeniyorsa tattırın, satmaya çalışın… Ama bunu sabun örneğinde olduğu gibi abartırsanız bir süre sonra Ürgüp-Göreme, Beypazarıʹ nın yaşadıklarının bin beteriyle karşılaşırsınız. Bugünlerde Moda olan Mardinʹe gitme akımı bir süre sonra tavsar. O yorgunluğun en ağır bedelini ise Mardinliler yaşar. Demedi demeyin. Dost acı söyler diyeceğim ama ben dost değilim, Mardinliyim… O nedenle acıdan da ötesini şimdiden anlatmam lazımdı. Yapmaya çalıştığım tam da budur…   Abdullah Ayan  
Önceki yazıda Mardin izlenimlerimin olumlu yanlarını, bir başka ifadeyle bardağın dolu yanlarını anlatmaya çalışmıştım. Kaldığım yerden devam edeyim… Kitle turizmi denilen, iyi yönetilmez ve alt/üst yapısı kontrol edilmezse, kısa zamanda altından kalkılmaz sorunları da içinde barındıran ciddi bir tehditle karşı karşıya Mardin… Oysa bu dünyada eşine az rastlanır bu kadim şehrin turist sellerine gerçekten ihtiyacı var mı? Soru tartışmaya açık ancak tartışılmayacak kadar kesin olan bir gerçek var ki; Mardin doğası ve yapısı itibariyle böylesine bir ˮakınaˮ hazır değil. Hatta bir adım ötesine gideyim; tecavüz anlamına gelecek bir yağmayla karşılaşmadığı sürece hiçbir zaman hazır da olmayacak… Son ziyaretimde gördüğüm iki çarpıcı tabloyu yansıtmaya çalışayım; meramım daha iyi anlaşılır… Yer: Deyrulzafaran Manastırı… Bilindiği kadarıyla 1500 yıllık (bodrum ve mahzenlerine dayalı anlatılan hikayelere bakılırsa belki çok daha eskilere dayanan) manastır oldukça geniş bir alana yayılmış farklı bölümlerden oluşmakta. Çocukluğumda çok az kimsenin bildiği, on yıl önce bile ziyarete gittiğimde sadece meraklı bir kesime rastladığım manastırın girişindeki otoparkta bu kez gördüğüm manzara çarpıcının da ötesinde ürkütücü… Otopark olarak düzenlenen alan onlarca tur otobüsünün işgali altında ve otobüs konvoyları park yerine girip çıkmaya, binlerce yolcuyu indirip bindirmeye çalışmakta… İnmeyi başaran turist kafileleri, kapağı manastırın girişindeki avlu ve seyir terasına atmaya çalışıyor. Geniş avlu; kahve, çay, meşrubattan tutun da çeşitli hediyelik eşyanın satıldığı biçimde düzenlenmiş. Yetmemiş şimdi de, bir bölümünü çerez vs. satacak birilerine vermişler. O birileri de avlunun o güzelim tarih kokan odalarını leblebi, kahve vs. kokusuyla daha bir egzotik! hale getirme derdinde. Elbette Süryani cemaati kendisine ait manastırı kendisi yönetmeli ama, yönetirken çok daha titiz biçimde korumayı ve gelecek nesillere tahrip etmeden devretmek zorunda değil mi? Gördüğüm üzüntü veren manzara bundan da ibaret değil… Manastırın asıl görülmesi gereken bölümüne ücret ödenerek girilebiliyor. En azından bu parayla giriş bir nebze caydırıcı bile olabilir. Ama onca otobüs yolcusu kuyruğa girip içeri dalıyor. Şöyle bir dolanıp, yeniden otobüse dönme telaşında… Oysa Deyrulzafaran öyle dalıp çıkılacak bir yer değil.. Dediğim gibi bilinen tarihiyle bile 15-16 asırlık bir mekan… Mahzenleri, müştemilatı, mahzenlerde güneşin doğuşunun izlendiği küçük pencereleri, Anadoluʹ nun bilinen en eski matbaasıyla eşi benzeri olmayan bir Manastırdan söz ediyoruz. Yer: Müzenin de bulunduğu Cumhuriyet Meydanı… Öylesine yerli ve yabancı ziyaretçi akını var ki, zorunlu olarak meydan otoparka dönüştürülmüş. Ama ne girmek mümkün, ne de çıkmak… Yanılıp arabasıyla girmeye çalışanlar, çıkan tartışmalar, birbiriyle yumruk yumruğa giren insanlar, kısaca gerginlik… Oysa ziyaretçiden geçtim, Mardinʹ i binlerce yıldır bekleyen asude insanların mirasçısı günümüz Mardinlileri sakin, huzur dolu iklimlerinin bozulmasını istemiyor. Tablo, Sabancıların restore ettiği Sabancı Müzesi ve Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesinin yer aldığı bölgede de aynı, hatta daha beter… Çözüm? Çözümü batıda benzer açık hava müzesi şehirlere bakarak üretmek lazım… O şehirler araç trafiğine kapatılmış… Mardinʹ de de araçların dolaşımı engellenmeli… Zaten tarihi bölge dediğimiz eski Mardin, bir bilemediniz iki kilometre uzunlukta bir caddeye sahip… Yeni kentin gelişip büyüdüğü batı yönünde Belediye, ihtiyaca cevap verecek büyüklükte bir otopark alanı düzenler. Cazip hale gelmesi için gerekirse ücret te alınmaz. Buradan eski Mardinʹ i boydan boya kat edecek toplu taşıma araçlarıyla ring seferleri düzenlenir. Ziyaretçi arabasını otoparka bırakır, ring aracıyla eski Mardinʹ de dilediği yerde iner, gezer, dolaşır, sokakları çıkar, taşın binlerce yıllık serüvenini izlemeye, anlamaya çalışır. Kitle turizmine sevinmek gerilerde kaldı. Artık Atina da, Barselona da, Roma, Vatikan, Venedik ve daha onlarca tarihi Avrupa kenti artık turist istemiyor, ruhuna dokunacak, genlerini okuyacak nitelikli ziyaretçi istiyor. ** Mardinʹ i bekleyen bir başka tehlike de pek dikkati çekmeyen ama uzun vadede benzer kentleri sarıp, kurt misali içten içe yiyen tek tipleştirme akını… Tek caddedeki bütün iş yerleri restore edilmiş.. Edilsin elbet… Ama restore edilirken, hepsine aynı yüz, aynı tabela kısaca aynı maske dayatılmış… Serbest bırakılsa abartıldığını biliyorum. Ama bu uygulama da bir başka abartıyı getirmiş… Kısaca bu ülkede hayatın hiçbir alanında ifrat ile tefrit arasındaki dengeyi bir türlü tutturamadık. Mardinʹ de de öyle… Tek tipleştirme Belediye veya Valilik eliyle dayatılan dükkan yüzleriyle de sınırlı değil… O dükkanlarda iş yapmaya çalışan Mardinli de, sattığı ürünlerde aynı tek tipi giymeyi benimsemiş… Başınızı nereye çevirseniz, çerez ve sabun satan mekanlardan geçilmiyor. Tamam, Mardinʹ in dillere destan bir leblebisi var. Onu her gelen ziyaretçi tatsın, hatta yetmez.. ˮDağlıˮ diye tabir edilen o leblebi markalaştırılmalı, marka olarak tescil edilmeli… Ama Allah için biri çıkıp satılan onca çeşit sabunun Mardinʹe özgü ürün olduğunu iddia etmesin. Evet, Siirt kökenli bir bıtım (yabani Siirt fıstığı) sabunu vardı Mardinʹ de ama dediğim gibi o bıtım sabunu bile Mardinli değil. Yetmezmiş gibi onlarca sabunu bir yerlerde kimyevi boyalarla süsleyerek Mardinʹ e özgü hediye arayan turiste satmak ta neyin nesi? Varsa kendinize özgü ürününüz, onu tanıtın, yeniyorsa tattırın, satmaya çalışın… Ama bunu sabun örneğinde olduğu gibi abartırsanız bir süre sonra Ürgüp-Göreme, Beypazarıʹ nın yaşadıklarının bin beteriyle karşılaşırsınız. Bugünlerde Moda olan Mardinʹe gitme akımı bir süre sonra tavsar. O yorgunluğun en ağır bedelini ise Mardinliler yaşar. Demedi demeyin. Dost acı söyler diyeceğim ama ben dost değilim, Mardinliyim… O nedenle acıdan da ötesini şimdiden anlatmam lazımdı. Yapmaya çalıştığım tam da budur…   Abdullah Ayan  
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.