Nereden nereye! Yerelleşme derken tek merkezli olmak…Abdullah Ayan yazdı

Spor (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 16.07.2018 - 08:29, Güncelleme: 29.11.2021 - 14:41
 

Nereden nereye! Yerelleşme derken tek merkezli olmak…Abdullah Ayan yazdı

Yıl 2003… Çiçeği burnunda AK Parti, iktidar acemiliğine karşın, önemi yeterince dile getirilmese de Cumhuriyet tarihinin en önemli reformlarından birine hazırlanmakta. Reform tanımı da yetersiz aslında, bal gibi bir devrimin ayak sesleri duyulmakta. Yerel yönetimler yasa tasarısını hayata geçirmeyi, böylece merkezi yönetim sultasında on yıllar kaybeden ülkeyi ademi merkezileştirerek, Ankaraʹ nın elinde tuttuğu gücü dağıtmayı hedefleyen bir AK Parti var karşımızda. Pragmatist olarak yaklaşıyorlardı yerel yönetimlerle ilgili yetki devrine: Birincisi, gücü dağıtarak, bugüne kadar iktidara kim gelirse gelsin, gerçek iktidarın sahibi olduklarına inanan ve ona göre de hareket eden merkezdeki oligarşik güç odaklarının elini zayıflatmak istiyorlardı. Bir başka önemli neden ise AB ile hızlanan müzakere süreciydi. Ve o sürecin en önemli dinamiklerinden biri de yerel yönetimlere özerklik kazandırılması… Dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçerʹ in başında olduğu hayli kapsamlı bir çalışma ekibi tüm mevzuatı tarıyor, en üstten en alta kadar devlet kadrolarını gözden geçirerek yerele devredilecek kurum ve kuruluşları belirliyordu. Kendisi de Belediye Başkanlığından iktidara yürümüş Erdoğanʹ ın geçmişte yaşadığı çoğu sıkıntılı deneyimler de vakit geçirmeden bu alanda atılması gereken adımlar konusunda yeterince ip uçlarıyla doluydu. Özellikle de o günlere damgasını vuran güçler savaşı dikkate alındığında… Ömer Dinçerʹ in çalışma ekibinin önemli isimlerinden biri de Halil İbrahim Ürünʹ dü.. Ve Mersinʹ de o dönem oluşturduğumuz düşünce kulübü olarak Ürünʹ ü Mersinʹde konuk etmiş, karşılıklı olarak düşüncelerimizi, beklentilerimizi paylaşmıştık. Ürünʹ ün atmayı düşündükleri adımlarla ilgili anlattıkları karşısında şaşkınlıktan öte şok yaşadığımı bugün gibi anımsıyorum. O havanın her yanımı saran heyecanı, ˮgaliba bu kez olacakˮ iyimserliğiyle olacak, 2003 Eylül sonunda kaleme aldığım makalenin bir yerinde şu görüşlerimi dile getirmiştim: “Eğer hükümetin kararlı yürüyüşü kesilmez, Ankara’da birileri YÖK, KIBRIS gibi tabu saydıkları alanlarda sergiledikleri tavırları, Yerel Yönetim reform yasasında da takınmazlarsa, bir mucize gerçekleşecek. Bir yandan kamu yönetim reformu, öte yandan mahalli idareler yasasıyla Ankara’da toplanan çoğu yetki, il özel idareleriyle belediyelere devredilecek. İldeki kütüphanenin temizliğinden, kentin çevre sorunlarına kadar her şeyi kontrol altında tutan merkezi idare yenilgiyi kabul edip, çekilecek. Öğretmen tayininden, köy hizmetlerinin asfalt önceliğine, hastane hemşiresinin görev alanından, kent içindeki trafik düzenlemesine kadar her şeyi yapmaya kalkan, sonunda çuvallayıp sorunların altında boğulan merkezi yönetim, makro politikalar belirleme dışındaki günlük işleri, asli sahiplerine devredecek. Yetişmeye çalıştığımız ‘gelişmiş’ ülkeler bu değişimi yıllar önce yaptılar. Yüzyıl boyunca tartışılmaz tabu sayılan “Ulus devlet modelinde” kalkınmanın tüm insanlık için tek tip bir modeli, gelişmenin tek yol haritası olduğu sanılıyordu. Oysa gelinen noktada bu varsayımın doğru olmadığı, bizim gibi ülkelerin düştüğü durumla somut biçimde ortaya çıktı. Merkeziyetçi yönetim kalkınma ve gelişmeyi sağlayamadığı gibi, zengin, sağlıklı, mutlu toplumları da yaratamadı. Ve yine aynı yönetim tarzı, gelişmekte olan -Türkiye gibi-ülkelerin geçişi tamamlayıp, gelişmiş konumuna sıçramalarını sağlayacak demokratik açılımı da sağlayamadı. Aksine merkezi yönetimde kontrolü elinde tutan bürokrasi, halkın kendi kendini yönetme talebini engelleyerek çıkarlarını toplumun gelişimine tercih etti. Yetki devrinde cimriliğin ana nedeni, Merkezi idarenin bazı işleri yerel yönetimlere devrederken, aslında “iktidarın da bir kısmını” vermesi, paylaşmaya razı olmasıdır.” Diyorum ya, öylesine heyecanla doluydum ki, durmamış şöyle sürdürmüşüm: ˮKüreselleşmeyle başlayan entegrasyon, ulusların kapılarını kapatarak dünyadan kendilerine izole etmesini olanaksız kılıyor. Direnmek doğumu daha sancılı kılmaktan başka işe yaramaz. Kamu yönetim reformu ve mahalli idareler yasası da statükonun direnme gücüyle orantılı zaman diliminde çıkacaktır. İktidar gücü merkezden yerele geçerken, halkın ve bireylerden oluşan sivil kurumların duruşları, örgütlenme biçimleri, kaderlerine el koyma şanslarını nasıl kullanacakları soruları da ayrı önem taşıyor.” Sonrasında yaşananları bilmem anımsatmama gerek var mı? 2004ʹ te Meclisten geçen o yerel yönetimler devrimi, tam da o günlerde kaleme aldığım makaleden alıntıladığım bölümün başında dile getirdiğim kaygının adım adım gerçekleşmesiyle Ağustos 2004 başında dönemin Cumhurbaşkanı Sezer tarafından veto edildi, ardından da bir yerlerde iğdiş edilip ortadan kaldırıldı. Derken kapatılma davası, canının derdine düşen AK Partinin yaşadıkları ve hepsinden önemlisi 2011ʹ den sonra AK Partinin Erdoğan eliyle AKPʹ leşme süreci, iktidarına muktedir olma gücünü de ekleyen Erdoğanʹ ın, geçmişte hayalini kurduğu yerelleşme yerine, yerelin elindekileri de tek güç merkezine toplamasıyla sonuçlanan yolculuğu… Nereden nereye geldik? Opera Bale Müdürlüğünün başına kimin atanacağından, ilaç fiyatlarının ne olacağına varıncaya kadar, hayatımızı doğrudan veya dolaylı etkileyen her konuda artık tek kişinin vereceği kararlara bağımlı olduğumuz bir yönetim tarzıyla karşı karşıyayız. 2003ʹ te Adalet, maliye, milli savunma dışında tüm bakanlıkların elinde tuttuğu yetkiyi yerele aktarma amacıyla başlayan yolculuğun düşündükçe insanın içini daraltan ʹhüzünlüʹ öyküsünün bugününe gelince… Sonraki makalede de onu ele almaya çalışayım… Abdullah Ayan
Yıl 2003… Çiçeği burnunda AK Parti, iktidar acemiliğine karşın, önemi yeterince dile getirilmese de Cumhuriyet tarihinin en önemli reformlarından birine hazırlanmakta. Reform tanımı da yetersiz aslında, bal gibi bir devrimin ayak sesleri duyulmakta. Yerel yönetimler yasa tasarısını hayata geçirmeyi, böylece merkezi yönetim sultasında on yıllar kaybeden ülkeyi ademi merkezileştirerek, Ankaraʹ nın elinde tuttuğu gücü dağıtmayı hedefleyen bir AK Parti var karşımızda. Pragmatist olarak yaklaşıyorlardı yerel yönetimlerle ilgili yetki devrine: Birincisi, gücü dağıtarak, bugüne kadar iktidara kim gelirse gelsin, gerçek iktidarın sahibi olduklarına inanan ve ona göre de hareket eden merkezdeki oligarşik güç odaklarının elini zayıflatmak istiyorlardı. Bir başka önemli neden ise AB ile hızlanan müzakere süreciydi. Ve o sürecin en önemli dinamiklerinden biri de yerel yönetimlere özerklik kazandırılması… Dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçerʹ in başında olduğu hayli kapsamlı bir çalışma ekibi tüm mevzuatı tarıyor, en üstten en alta kadar devlet kadrolarını gözden geçirerek yerele devredilecek kurum ve kuruluşları belirliyordu. Kendisi de Belediye Başkanlığından iktidara yürümüş Erdoğanʹ ın geçmişte yaşadığı çoğu sıkıntılı deneyimler de vakit geçirmeden bu alanda atılması gereken adımlar konusunda yeterince ip uçlarıyla doluydu. Özellikle de o günlere damgasını vuran güçler savaşı dikkate alındığında… Ömer Dinçerʹ in çalışma ekibinin önemli isimlerinden biri de Halil İbrahim Ürünʹ dü.. Ve Mersinʹ de o dönem oluşturduğumuz düşünce kulübü olarak Ürünʹ ü Mersinʹde konuk etmiş, karşılıklı olarak düşüncelerimizi, beklentilerimizi paylaşmıştık. Ürünʹ ün atmayı düşündükleri adımlarla ilgili anlattıkları karşısında şaşkınlıktan öte şok yaşadığımı bugün gibi anımsıyorum. O havanın her yanımı saran heyecanı, ˮgaliba bu kez olacakˮ iyimserliğiyle olacak, 2003 Eylül sonunda kaleme aldığım makalenin bir yerinde şu görüşlerimi dile getirmiştim: “Eğer hükümetin kararlı yürüyüşü kesilmez, Ankara’da birileri YÖK, KIBRIS gibi tabu saydıkları alanlarda sergiledikleri tavırları, Yerel Yönetim reform yasasında da takınmazlarsa, bir mucize gerçekleşecek. Bir yandan kamu yönetim reformu, öte yandan mahalli idareler yasasıyla Ankara’da toplanan çoğu yetki, il özel idareleriyle belediyelere devredilecek. İldeki kütüphanenin temizliğinden, kentin çevre sorunlarına kadar her şeyi kontrol altında tutan merkezi idare yenilgiyi kabul edip, çekilecek. Öğretmen tayininden, köy hizmetlerinin asfalt önceliğine, hastane hemşiresinin görev alanından, kent içindeki trafik düzenlemesine kadar her şeyi yapmaya kalkan, sonunda çuvallayıp sorunların altında boğulan merkezi yönetim, makro politikalar belirleme dışındaki günlük işleri, asli sahiplerine devredecek. Yetişmeye çalıştığımız ‘gelişmiş’ ülkeler bu değişimi yıllar önce yaptılar. Yüzyıl boyunca tartışılmaz tabu sayılan “Ulus devlet modelinde” kalkınmanın tüm insanlık için tek tip bir modeli, gelişmenin tek yol haritası olduğu sanılıyordu. Oysa gelinen noktada bu varsayımın doğru olmadığı, bizim gibi ülkelerin düştüğü durumla somut biçimde ortaya çıktı. Merkeziyetçi yönetim kalkınma ve gelişmeyi sağlayamadığı gibi, zengin, sağlıklı, mutlu toplumları da yaratamadı. Ve yine aynı yönetim tarzı, gelişmekte olan -Türkiye gibi-ülkelerin geçişi tamamlayıp, gelişmiş konumuna sıçramalarını sağlayacak demokratik açılımı da sağlayamadı. Aksine merkezi yönetimde kontrolü elinde tutan bürokrasi, halkın kendi kendini yönetme talebini engelleyerek çıkarlarını toplumun gelişimine tercih etti. Yetki devrinde cimriliğin ana nedeni, Merkezi idarenin bazı işleri yerel yönetimlere devrederken, aslında “iktidarın da bir kısmını” vermesi, paylaşmaya razı olmasıdır.” Diyorum ya, öylesine heyecanla doluydum ki, durmamış şöyle sürdürmüşüm: ˮKüreselleşmeyle başlayan entegrasyon, ulusların kapılarını kapatarak dünyadan kendilerine izole etmesini olanaksız kılıyor. Direnmek doğumu daha sancılı kılmaktan başka işe yaramaz. Kamu yönetim reformu ve mahalli idareler yasası da statükonun direnme gücüyle orantılı zaman diliminde çıkacaktır. İktidar gücü merkezden yerele geçerken, halkın ve bireylerden oluşan sivil kurumların duruşları, örgütlenme biçimleri, kaderlerine el koyma şanslarını nasıl kullanacakları soruları da ayrı önem taşıyor.” Sonrasında yaşananları bilmem anımsatmama gerek var mı? 2004ʹ te Meclisten geçen o yerel yönetimler devrimi, tam da o günlerde kaleme aldığım makaleden alıntıladığım bölümün başında dile getirdiğim kaygının adım adım gerçekleşmesiyle Ağustos 2004 başında dönemin Cumhurbaşkanı Sezer tarafından veto edildi, ardından da bir yerlerde iğdiş edilip ortadan kaldırıldı. Derken kapatılma davası, canının derdine düşen AK Partinin yaşadıkları ve hepsinden önemlisi 2011ʹ den sonra AK Partinin Erdoğan eliyle AKPʹ leşme süreci, iktidarına muktedir olma gücünü de ekleyen Erdoğanʹ ın, geçmişte hayalini kurduğu yerelleşme yerine, yerelin elindekileri de tek güç merkezine toplamasıyla sonuçlanan yolculuğu… Nereden nereye geldik? Opera Bale Müdürlüğünün başına kimin atanacağından, ilaç fiyatlarının ne olacağına varıncaya kadar, hayatımızı doğrudan veya dolaylı etkileyen her konuda artık tek kişinin vereceği kararlara bağımlı olduğumuz bir yönetim tarzıyla karşı karşıyayız. 2003ʹ te Adalet, maliye, milli savunma dışında tüm bakanlıkların elinde tuttuğu yetkiyi yerele aktarma amacıyla başlayan yolculuğun düşündükçe insanın içini daraltan ʹhüzünlüʹ öyküsünün bugününe gelince… Sonraki makalede de onu ele almaya çalışayım… Abdullah Ayan
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.