Krizi fırsata çeviren ülke... Abdullah Ayan yazdı

Spor (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 30.08.2018 - 08:33, Güncelleme: 29.11.2021 - 14:41
 

Krizi fırsata çeviren ülke... Abdullah Ayan yazdı

İkinci Dünya savaşı sonunda kazanan ABD koşulsuz teslim olan Japonyaʹ ya General MacArthurʹ u atar. Başkent Tokyoʹ ya üssünü kuran General askeri başkan sıfatıyla yerle bir olmuş kısa zaman öncesinin düşman ülkesini eğitim, endüstrileşme, devlet yönetimi alanlarında pek çok yenilikle ayağa kaldırmaya girişir. Hayli başarılı olan MacArthurʹ u Başkan Truman 1950ʹ de patlak veren Güney- Kuzey savaşı sırasında bu kez Güney Koreʹ nin kurtarılması ve ayağa kaldırılması amacıyla BMʹ lerce oluşturulan müşterek ordunun komutanlığına getirir. Yıllar sonra efsanevi komutan, Japonya ve Güney Kore gözlemlerini anlatırken aslında birbirine yakın sanılan iki ülkenin farklılaştığı hayli ilginç özelliğe dikkat çekecektir. MacArthur, feodal Japonyaʹ nın endüstrileşme programını hazırlarken, lokomotif görevini büyük sermaye gruplarının lokomotif görevini üstleneceği, belirli sayıda holdingin desteklenmesine ağırlık verilmesini ister. Ancak model işlemez. İşlemez çünkü, Japonyaʹ da kalkınmanın dinamiği küçük aile işletmeleridir. (bugünkü tanımla KOBİʹ ler) Ve bu işletmeler başta görmezden gelinince sistem çalışmaz. Ta ki teşvikler büyük holdinglerden küçük işletmelere kaydırılıncaya kadar. Bu tecrübeye sahada yaşayarak tanık olan MacArthur, beş yılın ardından Güney Koreʹ ye ayak basınca, Japonyaʹ da düştüğü hatayı tekrarlamamak için bu kez Kore için hazırlanan kalkınma modelinde öncülüğün KOBİʹ lere verilmesini ister… Ne mi olur? Evdeki hesap yine çarşıya uymaz. Uymaz çünkü, tarım toplumu Koreʹ de sermaye birikimi ve sanayileşme potansiyeli Chaebol diye adlandırılan birkaç büyük aile şirketinin elindedir. Kısa süre sonra teşvik politikaları bu kuruluşlara yoğunlaştırılır ve ülke tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişini bu şirketlerin öncülüğünde gerçekleştirir. O kadar ki, gemi sanayi, dünya çapında müteahhitlik hizmetleri, otomotiv gibi sektörler başta olmak üzere dünya sahnesine güçlü giriş yapan Güney Koreʹ nin 1989 yılındaki performansına bakıldığında ülkenin üretimden kaynaklanan satışlarının %41ʹ ini ve toplam ihracatının %50ʹ sinden fazlasını toplam 43 chaebolün gerçekleştirdiği görülür. Özellikle de 1961 askeri darbesiyle iktidara çöken Generaller, milli kalkınma modeli adı altında hem devletin ve devlet gözetimindeki bankalarda biriken tüm finans kaynaklarını hem de özellikle 80ʹ lerin sonunda ucuzlayan ve bollaşan küresel sermaye kaynağını Koreʹ ye çekip, bu bir avuç şirkete aktarılması için her türlü çabayı gösterdiler. Böylece ülkenin ekonomisi devletçe korunan, her türlü finansmanın devletçe sağlandığı, her türlü üretim ve hizmetlerinin de teşvike mazhar olduğu bu holdinglerin kontrolüne geçer. 1960ʹ larda tekstil, 70ʹ lerde ağır sanayi ve kimya sektörü, 80ʹ lerde otomotiv derken, 90ʹ larda akıl almaz inşaat furyasıyla hem kendileri alabildiğine büyüyen hem de hükümet destekli dış kredilerle çarkları çevirdikleri iddiasındaki chaeboller (aile holdingleri) Taylandʹ ta başlayan krizin Koreʹ ye sıçramasıyla okyanus ortasında fırtınaya yakalanan sandal misali sallanmaya başladılar. Devlet garantili dış kredilerle öylesine borçlanmış ve ellerine geçen kaynakları hesapsız kitapsız alanlara savurmuşlardı ki, musluklardan akan su misali yabancılar bırakın yeni krediyi, mevcudu kurtarıp gitme derdine düşünce, zaten borçlarını karşılamayan öz kaynaklarıyla ortalıkta kalmalarına yol açar. Yetmez, krizden çıkmak ve yabancı kaynakları yeniden çekmek için iktidar Güney Kore parası Wonʹ u %100ʹ e yaklaşan oranda devalüe etmek zorunda kalır. Bu ise zaten borçlarının büyük kısmı dolar olan şirketleri daha da kötü duruma düşürmekten başka işe yaramaz. 1990ʹ lardan başlayarak günümüze kadar uzanan süreçte izlediğimiz krizlerin tümünün ortak kaderidir. Uluslar arası derecelendirme kuruluşları not kırarlar. 1997 Kasım sonunda Moodyʹs Koreʹ nin notunu kırar. İlk teslim bayrağını çeken KIA olur. Hükümetten acil yardım talebinde bulunur. Ancak 6 aylık komanın ardından 1998ʹ de Hyundai tarafından yutulur. Tıpkı bir zamanların devi Daewooʹ nun Amerikalı General Motorsʹ a devredilmesi gibi. O güne kadar her zor duruma düştüklerinde devletin koruyucu ve kurtarıcı gölgesine güvenen büyükler bu kez durumun farklı olduğunu ve sorunun bürokrasinin de siyasetçilerin de boyunu aştığını kısa zamanda anlamaya başlarlar. Her kaptan gemisini kendi çabasıyla yüzdürüp, kapağı sakin bir limana atmak zorundadır artık. Büyük şirketlerin ilk işi verimli olmayan, ayak bağı haline gelen kamburlarından kurtulma gerçeğiyle yüzleşmeleridir. Oysa Güney Koreʹ de çalışanlar şirketlerini aile gibi görmüş, patronlar da babalığın sorumluluğuyla hareket etmiştir. Anlayış bu olunca bir babanın evlatlarını feda etmesine benzer zorlu ve acılı bir dönüşüme de yol açacaktır 1998 krizi. Büyükler böylesine ağır bedeller öder de, küçükler ufak sıyrıklarla mı kurtulur? KOBİʹ lerin yediği darbenin büyüklüğü zamanla ortaya çıkar: Krizden önce 1996ʹ da %14 olan KOBİ iflas oranı, 1998ʹ de %40ʹ a ulaşacaktır. Sayılara çevrildiğinde çok daha dramatiktir tablo: 1996ʹ da 11.600 KOBİ iflas etmişken, 1998ʹ de 23 bin KOBİ iflas bayrağını çekecek ve çalışanlarıyla onca küçük işletme kepenk kapatacaktır. Bunca yıkımdan sadece ekonomi ve iş dünyası değil, siyasette etkilenir. Demir yumrukla ülkeyi yöneten iktidarlar dönemini de sona erdirir kriz. Yıllarca askeri rejimlere karşı mücadele eden, darbecilerin defalarca öldürmeye kalkıştıkları, ömrü hapishanelerde ve işkencelerde geçmiş Kim Dae Jung 1997ʹ de 4.kez girdiği demokratik yarıştan başarıyla çıkar. Bir zamanlar vatana ihanetten suçlanarak ölüme mahkum edilen Jung Halkın seçtiği Cumhurbaşkanıdır artık… Ancak kendisini ve Güney Kore halkını çok ağır bir kriz ve krizin tam olarak sonu kestirilemeyen faturası beklemektedir… Kim Dae Jungʹ un ülkeyi dönüştürüp, ağır sanayi hantallığının yerini bilişimin aldığı yeni döneme geçiş hikayesi bir başka makale konusu olsun… Abdullah Ayan  
İkinci Dünya savaşı sonunda kazanan ABD koşulsuz teslim olan Japonyaʹ ya General MacArthurʹ u atar. Başkent Tokyoʹ ya üssünü kuran General askeri başkan sıfatıyla yerle bir olmuş kısa zaman öncesinin düşman ülkesini eğitim, endüstrileşme, devlet yönetimi alanlarında pek çok yenilikle ayağa kaldırmaya girişir. Hayli başarılı olan MacArthurʹ u Başkan Truman 1950ʹ de patlak veren Güney- Kuzey savaşı sırasında bu kez Güney Koreʹ nin kurtarılması ve ayağa kaldırılması amacıyla BMʹ lerce oluşturulan müşterek ordunun komutanlığına getirir. Yıllar sonra efsanevi komutan, Japonya ve Güney Kore gözlemlerini anlatırken aslında birbirine yakın sanılan iki ülkenin farklılaştığı hayli ilginç özelliğe dikkat çekecektir. MacArthur, feodal Japonyaʹ nın endüstrileşme programını hazırlarken, lokomotif görevini büyük sermaye gruplarının lokomotif görevini üstleneceği, belirli sayıda holdingin desteklenmesine ağırlık verilmesini ister. Ancak model işlemez. İşlemez çünkü, Japonyaʹ da kalkınmanın dinamiği küçük aile işletmeleridir. (bugünkü tanımla KOBİʹ ler) Ve bu işletmeler başta görmezden gelinince sistem çalışmaz. Ta ki teşvikler büyük holdinglerden küçük işletmelere kaydırılıncaya kadar. Bu tecrübeye sahada yaşayarak tanık olan MacArthur, beş yılın ardından Güney Koreʹ ye ayak basınca, Japonyaʹ da düştüğü hatayı tekrarlamamak için bu kez Kore için hazırlanan kalkınma modelinde öncülüğün KOBİʹ lere verilmesini ister… Ne mi olur? Evdeki hesap yine çarşıya uymaz. Uymaz çünkü, tarım toplumu Koreʹ de sermaye birikimi ve sanayileşme potansiyeli Chaebol diye adlandırılan birkaç büyük aile şirketinin elindedir. Kısa süre sonra teşvik politikaları bu kuruluşlara yoğunlaştırılır ve ülke tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişini bu şirketlerin öncülüğünde gerçekleştirir. O kadar ki, gemi sanayi, dünya çapında müteahhitlik hizmetleri, otomotiv gibi sektörler başta olmak üzere dünya sahnesine güçlü giriş yapan Güney Koreʹ nin 1989 yılındaki performansına bakıldığında ülkenin üretimden kaynaklanan satışlarının %41ʹ ini ve toplam ihracatının %50ʹ sinden fazlasını toplam 43 chaebolün gerçekleştirdiği görülür. Özellikle de 1961 askeri darbesiyle iktidara çöken Generaller, milli kalkınma modeli adı altında hem devletin ve devlet gözetimindeki bankalarda biriken tüm finans kaynaklarını hem de özellikle 80ʹ lerin sonunda ucuzlayan ve bollaşan küresel sermaye kaynağını Koreʹ ye çekip, bu bir avuç şirkete aktarılması için her türlü çabayı gösterdiler. Böylece ülkenin ekonomisi devletçe korunan, her türlü finansmanın devletçe sağlandığı, her türlü üretim ve hizmetlerinin de teşvike mazhar olduğu bu holdinglerin kontrolüne geçer. 1960ʹ larda tekstil, 70ʹ lerde ağır sanayi ve kimya sektörü, 80ʹ lerde otomotiv derken, 90ʹ larda akıl almaz inşaat furyasıyla hem kendileri alabildiğine büyüyen hem de hükümet destekli dış kredilerle çarkları çevirdikleri iddiasındaki chaeboller (aile holdingleri) Taylandʹ ta başlayan krizin Koreʹ ye sıçramasıyla okyanus ortasında fırtınaya yakalanan sandal misali sallanmaya başladılar. Devlet garantili dış kredilerle öylesine borçlanmış ve ellerine geçen kaynakları hesapsız kitapsız alanlara savurmuşlardı ki, musluklardan akan su misali yabancılar bırakın yeni krediyi, mevcudu kurtarıp gitme derdine düşünce, zaten borçlarını karşılamayan öz kaynaklarıyla ortalıkta kalmalarına yol açar. Yetmez, krizden çıkmak ve yabancı kaynakları yeniden çekmek için iktidar Güney Kore parası Wonʹ u %100ʹ e yaklaşan oranda devalüe etmek zorunda kalır. Bu ise zaten borçlarının büyük kısmı dolar olan şirketleri daha da kötü duruma düşürmekten başka işe yaramaz. 1990ʹ lardan başlayarak günümüze kadar uzanan süreçte izlediğimiz krizlerin tümünün ortak kaderidir. Uluslar arası derecelendirme kuruluşları not kırarlar. 1997 Kasım sonunda Moodyʹs Koreʹ nin notunu kırar. İlk teslim bayrağını çeken KIA olur. Hükümetten acil yardım talebinde bulunur. Ancak 6 aylık komanın ardından 1998ʹ de Hyundai tarafından yutulur. Tıpkı bir zamanların devi Daewooʹ nun Amerikalı General Motorsʹ a devredilmesi gibi. O güne kadar her zor duruma düştüklerinde devletin koruyucu ve kurtarıcı gölgesine güvenen büyükler bu kez durumun farklı olduğunu ve sorunun bürokrasinin de siyasetçilerin de boyunu aştığını kısa zamanda anlamaya başlarlar. Her kaptan gemisini kendi çabasıyla yüzdürüp, kapağı sakin bir limana atmak zorundadır artık. Büyük şirketlerin ilk işi verimli olmayan, ayak bağı haline gelen kamburlarından kurtulma gerçeğiyle yüzleşmeleridir. Oysa Güney Koreʹ de çalışanlar şirketlerini aile gibi görmüş, patronlar da babalığın sorumluluğuyla hareket etmiştir. Anlayış bu olunca bir babanın evlatlarını feda etmesine benzer zorlu ve acılı bir dönüşüme de yol açacaktır 1998 krizi. Büyükler böylesine ağır bedeller öder de, küçükler ufak sıyrıklarla mı kurtulur? KOBİʹ lerin yediği darbenin büyüklüğü zamanla ortaya çıkar: Krizden önce 1996ʹ da %14 olan KOBİ iflas oranı, 1998ʹ de %40ʹ a ulaşacaktır. Sayılara çevrildiğinde çok daha dramatiktir tablo: 1996ʹ da 11.600 KOBİ iflas etmişken, 1998ʹ de 23 bin KOBİ iflas bayrağını çekecek ve çalışanlarıyla onca küçük işletme kepenk kapatacaktır. Bunca yıkımdan sadece ekonomi ve iş dünyası değil, siyasette etkilenir. Demir yumrukla ülkeyi yöneten iktidarlar dönemini de sona erdirir kriz. Yıllarca askeri rejimlere karşı mücadele eden, darbecilerin defalarca öldürmeye kalkıştıkları, ömrü hapishanelerde ve işkencelerde geçmiş Kim Dae Jung 1997ʹ de 4.kez girdiği demokratik yarıştan başarıyla çıkar. Bir zamanlar vatana ihanetten suçlanarak ölüme mahkum edilen Jung Halkın seçtiği Cumhurbaşkanıdır artık… Ancak kendisini ve Güney Kore halkını çok ağır bir kriz ve krizin tam olarak sonu kestirilemeyen faturası beklemektedir… Kim Dae Jungʹ un ülkeyi dönüştürüp, ağır sanayi hantallığının yerini bilişimin aldığı yeni döneme geçiş hikayesi bir başka makale konusu olsun… Abdullah Ayan  
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.