Abdullah Ayan
Köşe Yazarı
Abdullah Ayan
 

'Çöken' eski Mersin' i ayağa kaldırmak; Karamancılar Konağı..

Girişini çevreleyen koruma bandının üzerine asılan ve 'askıya' alındığını duyuran afişi görünceye kadar pek umudum yoktu. Ama Konağın içindeki çalışanları görünce dünyalar benim oldu.. Yıllardır kurtarılması için karınca kararınca didinip durduğum, her vesilede kente yeniden kazandırılması için çaba gösterdiğim Karamancılar Konağı' nın restorasyonu umarım kısa zamanda tamamlanır. Tamamlandıktan sonra hangi amaçla ve hangi konseptte hizmet vereceği, bugüne kadar benzeri yapılarda tanık olduğumuz haliyle bir resmi daireye mi, halka mı mekan olacağı üzerinde durulması ve şimdiden kent dinamikleri öncülüğünde kamuoyunun ortaya koyacağı iradeye bağlı.. Bu kadar da değil… Tabii ki, Uray Caddesi eksenli bir canlandırma projesiyle birlikte ele alınmadan tek başına o restorasyon bir anlam ifade etmiyor. Ama bir başlangıçtır ve her başlangıç gibi gidilecek yönü ortaya koyan irade işareti olarak önemlidir. Karamancılar Konağı' nda başlatılan restorasyon çalışması, ister istemez geçmişte konuyu ele aldığım makalelere götürdü beni.. Hem konağın önemini hem de konak vesilesiyle başlatılması gereken 'eski kent merkezini canlandırma' gerekliliğini, bu tozunu alıp yeniden ayağa kaldırma sürecinin nasıl işlemesi gerektiğini Haziran 2013' te özetle şöyle anlatmışım, "ŞEHİRLERİ YAŞARKEN ÖLDÜRMEK; MERSİN ÖRNEĞİ…" başlıklı makalede: " (…) 1940′ lardan başlayarak her gün yıkıp/yaktığımız, yeniyi yapalım derken eskiyi yok ettiğimiz bir yağma döneminin sonunda mimari tanımla 'çöken', hava kararınca insanların yürümekte korktuğu o bir dönemin parmakla gösterilen finans ve ticaret merkezi 'Uray Caddesi' inden bir ölü şehir yaratmadık mı? Ermeni Kilisesinin taşlarını söktürüp, kente Kültür Merkezi kazandırdım diye övünenlerin utanmasak heykellerini diktirme gayreti yerine, bugün de iştahından bir şey kaybetmemiş tarihi yok etme katillerinin cinayetlerine karşı çıkabilsek, zamanında hesap sorsak, dünyanın ilgisini çeken daha canlı daha renkli, daha kimlikli bir Mersin'de yaşıyor olmaz mıydık? Şehrin kalbi Hükümet Konağının arka bahçesine Jandarma lojmanı yapanların fütursuzluğun zirve yaptığı darbe dönemlerinde bile korkmadan cinayetlere dur diyebilseydik örneğin.. Kilisenin arka bahçesine şehirde başka yer kalmamış gibi Adliye binası dikenlere hadi o günlerde 'dur' diyemedik, bugün de ucube olarak sırıtan o binaları yıkarak, kentin dokusunu ortaya koyan tarihi zenginliğimizi yeniden kavuşmak için ne bekliyoruz? “Tarihe gülümseyen Mersin” i yeniden canlandırmak tek başına Valiliğin hayata geçireceği bir proje mi? Büyükşehir Belediyesi maddi, manevi katkıda bulunsa da, herkesin olanakları çerçevesinde destek vermemesi halinde altından kalkılacak bir iş mi bu? Vereceğim basit ama anlamlı tek örnek o sorumluluğun önemini ortaya koymaya yetecektir sanırım: 30 Ekim 1918 günü imzalanan Mondros Mütarekesi arifesinde 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal karargah merkezi Adana’ daki Yıldırım Orduları grup komutanlığına atanır. 31 Ekim 1918 günü de Alman Mareşali Liman Van Sanders’ ten görevi devralır. İşte o günkü rütbesiyle Mirliva (Tugay komutanı) Mustafa Kemal, Sanders’ ten görevi devraldıktan 5 gün sonra 5 Kasım 1918 günü, 23. Tümen Komutanı iken ayrılıp Mersin’ e yerleşen eski silah arkadaşı Bursalı albay Bahaddin beyin misafiri olarak Mersin’ e gelir. Kurtuluştan sonra sekiz kez geleceği Mersin’ deki bu ilk ziyaretinde şimdi Katolik Kilisesinin karşısında yıkık halde vicdanı sızlayacak birinin dokunmasını bekleyen Karamancılar konağında geçirir. Dalgaların dövdüğü odada o gece Mersin Mutasarrıfı ve kentin üst düzey askeri yetkilisi olan Jandarma bölük komutanı Yüzbaşı Talat beyle olası bir işgale karşı yapılacaklar üzerinde sabaha kadar konuşup, kimi talimatlar verir. Restore edilip ayağa kaldırılması, Mersin’ e gelecek yerli, yabancı ziyaretçilere bir şeyler ifade edecek böylesi bir konağın bugün ağlanası hali başka söze bırakmayacak kadar aslında özetliyor “çökmenin” vahim boyutlarını.. Karamancı konağı ülkenin en varlıklı ailelerinden Karamancı-Gazioğlu ailelerine ait. (Aile Kayseri’ de Lewis gibi ünlü markalara üretim yaptığı tesisin yanındaki binayı konukevi olarak dekore ettirmiş, gelen konuklarını orada ağırlıyor. Kısaca bu işlere hem yabancı değil hem de yeterince fonu var) Kısaca ülkenin önde gelen hayal edemeyeceğiniz kadar varlıklı insanlarından söz ediyoruz ve bu tip anlamlı sosyal yanı da olan projelere yabancı değiller. Valiliği, Büyük veya Küçük Belediyeleri, konuda yetkili, etkili sorumluları, o konağın ya sahiplerince eski haline getirilmesi ya da, doğdukları ve bir dönem doydukları kente karşı sorumluluk duymuyorlarsa, ellerinden alınıp restore edilmesini sağlayamaz mı? Çok mu zor aslında son düzenlemelerle yasal dayanağı da olan sahiplenme ve restorasyonun yerine getirilmesi? Benzer bir konak; Antep, Kayseri, Konya, Eskişehir’ de olsa bu halde mi bırakılırdı, yoksa zenginlik sembolü olarak kente mi kazandırılırdı? “Tarihe gülümseyen Mersin” projesiyle sorumsuzluğundan mutluluk duyan bir kenti rahatsız etme adına tozlarını silkelemeye çalışan Vali Güzeloğlu’ nun altından rahatlıkla kalkacağı ve yüz yıl geçse de yâd edileceği böylesi bir kazanım bile bakarsınız makus talihin kırılma noktası olur. Pek bilinmez bir yakın tarih bilgisinden yola çıkarak verdiğim örneğin çok daha etkileyici o kadar çok benzeri var ki… Fırsat buldukça değineceğim. Her iktisat tarihçisinin dünya gözüyle görmek isteyeceği bir asra meydan okumuş Selanik Bankasını otopark, her Yunanlının mutlaka görmek isteyeceği Bodosaki konağını pasaj, her Fransızın inanılmaz gözlerle havasını soluyacağı Roger Vadim gibi bir sinema dehasının top koşturduğu sokağı yok eden bir şehirle ilgili ne söylenebilir ki? Sadece bunlar mı? Ülke ekonomisinin bir zamanlar  kalbinin attığı Azak Hanın boynu bükük kaderine terk edilmişliği, Lübnan’a iki asırdır damgasını vurmuş Sursouk’ ların bütün ihtişamıyla zamana meydan okuyan o muhteşem binasını alış veriş merkezi yapma akıl tutulması…. Katlettiğimiz tarihimizin bu anıt taşlarını hatırlamak, dilsizliği, körlüğü bir yana bırakıp konuşmak zorundayız. Hazır yerel seçimler yaklaşıyor, bakarsınız Büyükşehir Belediye Başkanlarının gökdelen yaratma vaadleri arasında yer alır, karınca kararınca ilham tomurcuğu olur yazacaklarım… “Çok fazla hayal kuruyorsun” serzenişlerini duyar gibiyim. Ne yapayım “insan hayal ettiği müddetçe yaşar” sözüyle hayata tutunma çağında olan birinin hüsn-ü kuruntuları olarak kabul edin yazdıklarımı…
Ekleme Tarihi: 16 Mart 2020 - Pazartesi

'Çöken' eski Mersin' i ayağa kaldırmak; Karamancılar Konağı..

Girişini çevreleyen koruma bandının üzerine asılan ve 'askıya' alındığını duyuran afişi görünceye kadar pek umudum yoktu.

Ama Konağın içindeki çalışanları görünce dünyalar benim oldu..

Yıllardır kurtarılması için karınca kararınca didinip durduğum, her vesilede kente yeniden kazandırılması için çaba gösterdiğim Karamancılar Konağı' nın restorasyonu umarım kısa zamanda tamamlanır.

Tamamlandıktan sonra hangi amaçla ve hangi konseptte hizmet vereceği, bugüne kadar benzeri yapılarda tanık olduğumuz haliyle bir resmi daireye mi, halka mı mekan olacağı üzerinde durulması ve şimdiden kent dinamikleri öncülüğünde kamuoyunun ortaya koyacağı iradeye bağlı..

Bu kadar da değil…

Tabii ki, Uray Caddesi eksenli bir canlandırma projesiyle birlikte ele alınmadan tek başına o restorasyon bir anlam ifade etmiyor.

Ama bir başlangıçtır ve her başlangıç gibi gidilecek yönü ortaya koyan irade işareti olarak önemlidir.

Karamancılar Konağı' nda başlatılan restorasyon çalışması, ister istemez geçmişte konuyu ele aldığım makalelere götürdü beni..

Hem konağın önemini hem de konak vesilesiyle başlatılması gereken 'eski kent merkezini canlandırma' gerekliliğini, bu tozunu alıp yeniden ayağa kaldırma sürecinin nasıl işlemesi gerektiğini Haziran 2013' te özetle şöyle anlatmışım, "ŞEHİRLERİ YAŞARKEN ÖLDÜRMEK; MERSİN ÖRNEĞİ…" başlıklı makalede:

" (…) 1940′ lardan başlayarak her gün yıkıp/yaktığımız, yeniyi yapalım derken eskiyi yok ettiğimiz bir yağma döneminin sonunda mimari tanımla 'çöken', hava kararınca insanların yürümekte korktuğu o bir dönemin parmakla gösterilen finans ve ticaret merkezi 'Uray Caddesi' inden bir ölü şehir yaratmadık mı?

Ermeni Kilisesinin taşlarını söktürüp, kente Kültür Merkezi kazandırdım diye övünenlerin utanmasak heykellerini diktirme gayreti yerine, bugün de iştahından bir şey kaybetmemiş tarihi yok etme katillerinin cinayetlerine karşı çıkabilsek, zamanında hesap sorsak, dünyanın ilgisini çeken daha canlı daha renkli, daha kimlikli bir Mersin'de yaşıyor olmaz mıydık?

Şehrin kalbi Hükümet Konağının arka bahçesine Jandarma lojmanı yapanların fütursuzluğun zirve yaptığı darbe dönemlerinde bile korkmadan cinayetlere dur diyebilseydik örneğin..

Kilisenin arka bahçesine şehirde başka yer kalmamış gibi Adliye binası dikenlere hadi o günlerde 'dur' diyemedik, bugün de ucube olarak sırıtan o binaları yıkarak, kentin dokusunu ortaya koyan tarihi zenginliğimizi yeniden kavuşmak için ne bekliyoruz?

“Tarihe gülümseyen Mersin” i yeniden canlandırmak tek başına Valiliğin hayata geçireceği bir proje mi? Büyükşehir Belediyesi maddi, manevi katkıda bulunsa da, herkesin olanakları çerçevesinde destek vermemesi halinde altından kalkılacak bir iş mi bu?

Vereceğim basit ama anlamlı tek örnek o sorumluluğun önemini ortaya koymaya yetecektir sanırım:

30 Ekim 1918 günü imzalanan Mondros Mütarekesi arifesinde 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal karargah merkezi Adana’ daki Yıldırım Orduları grup komutanlığına atanır. 31 Ekim 1918 günü de Alman Mareşali Liman Van Sanders’ ten görevi devralır.

İşte o günkü rütbesiyle Mirliva (Tugay komutanı) Mustafa Kemal, Sanders’ ten görevi devraldıktan 5 gün sonra 5 Kasım 1918 günü, 23. Tümen Komutanı iken ayrılıp Mersin’ e yerleşen eski silah arkadaşı Bursalı albay Bahaddin beyin misafiri olarak Mersin’ e gelir. Kurtuluştan sonra sekiz kez geleceği Mersin’ deki bu ilk ziyaretinde şimdi Katolik Kilisesinin karşısında yıkık halde vicdanı sızlayacak birinin dokunmasını bekleyen Karamancılar konağında geçirir.

Dalgaların dövdüğü odada o gece Mersin Mutasarrıfı ve kentin üst düzey askeri yetkilisi olan Jandarma bölük komutanı Yüzbaşı Talat beyle olası bir işgale karşı yapılacaklar üzerinde sabaha kadar konuşup, kimi talimatlar verir.

Restore edilip ayağa kaldırılması, Mersin’ e gelecek yerli, yabancı ziyaretçilere bir şeyler ifade edecek böylesi bir konağın bugün ağlanası hali başka söze bırakmayacak kadar aslında özetliyor “çökmenin” vahim boyutlarını..

Karamancı konağı ülkenin en varlıklı ailelerinden Karamancı-Gazioğlu ailelerine ait. (Aile Kayseri’ de Lewis gibi ünlü markalara üretim yaptığı tesisin yanındaki binayı konukevi olarak dekore ettirmiş, gelen konuklarını orada ağırlıyor. Kısaca bu işlere hem yabancı değil hem de yeterince fonu var)

Kısaca ülkenin önde gelen hayal edemeyeceğiniz kadar varlıklı insanlarından söz ediyoruz ve bu tip anlamlı sosyal yanı da olan projelere yabancı değiller.

Valiliği, Büyük veya Küçük Belediyeleri, konuda yetkili, etkili sorumluları, o konağın ya sahiplerince eski haline getirilmesi ya da, doğdukları ve bir dönem doydukları kente karşı sorumluluk duymuyorlarsa, ellerinden alınıp restore edilmesini sağlayamaz mı?

Çok mu zor aslında son düzenlemelerle yasal dayanağı da olan sahiplenme ve restorasyonun yerine getirilmesi?

Benzer bir konak; Antep, Kayseri, Konya, Eskişehir’ de olsa bu halde mi bırakılırdı, yoksa zenginlik sembolü olarak kente mi kazandırılırdı?

“Tarihe gülümseyen Mersin” projesiyle sorumsuzluğundan mutluluk duyan bir kenti rahatsız etme adına tozlarını silkelemeye çalışan Vali Güzeloğlu’ nun altından rahatlıkla kalkacağı ve yüz yıl geçse de yâd edileceği böylesi bir kazanım bile bakarsınız makus talihin kırılma noktası olur.

Pek bilinmez bir yakın tarih bilgisinden yola çıkarak verdiğim örneğin çok daha etkileyici o kadar çok benzeri var ki…

Fırsat buldukça değineceğim. Her iktisat tarihçisinin dünya gözüyle görmek isteyeceği bir asra meydan okumuş Selanik Bankasını otopark, her Yunanlının mutlaka görmek isteyeceği Bodosaki konağını pasaj, her Fransızın inanılmaz gözlerle havasını soluyacağı Roger Vadim gibi bir sinema dehasının top koşturduğu sokağı yok eden bir şehirle ilgili ne söylenebilir ki?

Sadece bunlar mı?

Ülke ekonomisinin bir zamanlar  kalbinin attığı Azak Hanın boynu bükük kaderine terk edilmişliği, Lübnan’a iki asırdır damgasını vurmuş Sursouk’ ların bütün ihtişamıyla zamana meydan okuyan o muhteşem binasını alış veriş merkezi yapma akıl tutulması….

Katlettiğimiz tarihimizin bu anıt taşlarını hatırlamak, dilsizliği, körlüğü bir yana bırakıp konuşmak zorundayız.

Hazır yerel seçimler yaklaşıyor, bakarsınız Büyükşehir Belediye Başkanlarının gökdelen yaratma vaadleri arasında yer alır, karınca kararınca ilham tomurcuğu olur yazacaklarım…

“Çok fazla hayal kuruyorsun” serzenişlerini duyar gibiyim.

Ne yapayım “insan hayal ettiği müddetçe yaşar” sözüyle hayata tutunma çağında olan birinin hüsn-ü kuruntuları olarak kabul edin yazdıklarımı…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.