AB olmadan mümkün mü?... Abdullah Ayan yazdı

Spor (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 27.03.2017 - 08:12, Güncelleme: 29.11.2021 - 14:41
 

AB olmadan mümkün mü?... Abdullah Ayan yazdı

AB ile tam üyelik yolundaki en ciddi adımlardan biri olan müzakerelere başlanma kararı alındığında gündüz gözüyle havai fişek patlatarak kutlanmıştı (http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/19/siy101.html) talihin döndüğü o tarihi anda... 2004 Aralığının buz kesen Ankara havasını herkesi kucaklayan diliyle ısıtan Erdoğan, 1963 Ankara anlaşmasından günümüze emeği geçen bütün siyasetçileri minnetle anarken en büyük teşekkürü görüşmeler boyunca her türlü desteği veren CHPʹ ye yapıyor ve başlayan yeni dönemi şöyle tarif ediyordu: ˮBundan sonra şüphesiz önümüzde uzun, zorlu yollar var unutmayın. Çünkü bundan sonraki çalışmalarımız her attığımız adım Türkiyeʹde yeni bir başarının oluşmasını temin edecektir. Bundan sonra ülkemizde demokrasi daha faklı bir şekilde güç bulacaktır. Ekonomi çok daha farklı bir şekilde performans ortaya koyacak. Türkiye çağdaş ülkeler arasındaki yerini almaya başlamıştır alacaktırˮ Gerçekten de AB ile tam üyeliğin kapılarının açılmaya başlamasıyla ülkenin en azından ekonomik iklimi değişmeye, büyük bir büyüme trendi başlarken ABʹ ye yönelik ihracat hızlanmaya, ülkeye olan ilgi yeni zirvelere tırmanmaya başladı. Hepsinden önemlisi ülkenin en ciddi sorunu olan işsizliğin belini kıracak doğrudan yatırımlarda AB sermayesi milyarlarca Euro ile Türkiyeʹ ye girdi. İhracat yaptığımız ilk 5 ülkenin 4ʹü (Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa) idi 2004 sonunda. 2003ʹ te 47 milyar dolar olan ihracat, 2004 sonunda 63 milyar dolara, 2005ʹ te 73, 2006ʹ da 86 milyar dolara çıktı. Müzakere tarihi alışımızın üzerinden 2 yıl geçtiğinde bile ihracat 2 katına çıkıyor ve bu ihracatın yaklaşık yarısı ABʹ ye yapılıyordu. Süreç ağır aksak işlese de ihracatın artış trendi 2011ʹe kadar hayli iyiydi. AK Parti 2002ʹde 35 milyar dolarlık ihracat yapan ülkeyi on yılda 135 milyar dolara ulaştıran bir iktidar olarak, 2023 hedefini 500 milyar dolar olarak belirlerken en büyük misyon tartışılmaz biçimde ABʹ ye yükleniyordu. 2012 bir kaç açıdan Türkiyeʹ de kırılmaların yaşandığı yıl... 2010 referandumu ve 2011 seçimleriyle o güne kadar iktidar olsa da, muktedir olma şansı bulamayan AK Parti gittikçe Erdoğanʹ la özdeşleşmeye, parti içinde iyi kötü o güne kadar işleyen demokrasiden uzaklaşmaya, vesayetin geriletilmesinde birlikte yürüdüğü liberal kesimle yollarını ayırmaya başladı ama çok daha önemli asıl gelişme Arap baharı diye adlandırılan Kuzey Afrika halk hareketlerinin Suriyeʹ ye sirayet etmesiyle ortaya çıktı. Ama on yıl boyunca statükonun tüm ayak diremelerine karşı büyüyen ekonomiye paralel yükselen Türkiye imajı 2012ʹdeki gelişmelerle birlikte durağanlaşmaya, ardından baş aşağı gitmeye başladı. Türkiye halen 2023ʹ te 500 milyar dolar ihracat hayalleri kuruyor ama 6 yıldır 135-140 milyar dolar etrafında dönüp duruyor gerçekte... 2012ʹ ye kadar her yıl çift haneli artan ihracatın tökezlemeye başlaması bir yana, yeni bir hikaye yazılamayınca, yeni beklentiler ortaya konamayınca heyecan dalgası yerini yorgunluğa, yorgunluk bıkkınlığa bıraktı. Büyümenin tartışılmaz en ciddi lokomotifinin yorulmaya başlaması her alanda kendini hissettirirken özellikle Türkiye gibi genç, dinamik nüfusa sahip ülkenin en önemli itici gücü olan gençleri duraklamayla birlikte yeniden işsizlik korkusunu hissetmekte... Son 5 yıldır duran sadece ihracat değil. Kişi başına milli gelir de 10 bin dolarlık orta gelir çıtasına gelip dayandı ve bir türlü o belalı tuzağı aşamadı. Ve geldik bugüne... Türkiye büyümesini ihracat lokomotifliğinde gerçekleştirmek zorunda olan bir ülke ve bu ihracatın son 15 yılına bakıldığında bazen üstüne çıksa da en az yarısı ABʹ ye yapılmakta... Tüm gerginliklere rağmen ABʹ nin Türkiye ihracatındaki payı bugün de %50 civarında... Peki gerçek bu iken 2004ʹ te müzakere tarihi alındı diye gündüz havai fişek patlatılan Ankara gösterilerinde ˮAB parlamentosu üyelerine, ABʹnin komisyon başkan ve üyelerine, konseyin değerli devlet başkanlarınaˮ teşekkür eden ve ˮ Bu yolu adeta dantel örer gibi öreceğiz. Yolumuz açıktır, geleceğiniz aydınlık olsun diyorum. Türkiye asıl zorlu kavşağı dündü, bundan sonra farklı olacak.ˮ konuşmasıyla dinleyenleri coşturan, yer yer sevinçten ağlatan Erdoğanʹ ın bugün aynı ABʹ ye neler söylediğini sanırım tekrarlayıp ruhları karartmama gerek yok. Erdoğan her gün gerilimi arttırıp ABʹ ye kapıları bir daha açılması zor biçimde kapatmaya kapatıyor da, mevcut yapısı içinde ihracatın AB dışında farklı alternatifleri var mı? Son günlerde daha sık duyulmaya başlanan Şanghay beşlisi denilen çatının asıl sahipleri Rusya ve Çin gerçekten AB pazarının yerini tutar mı? Soruların hiç te zor olmayan cevaplarını tüm güçlüklere karşın, işletmesini ayakta tutmaya, nefes almaya çalışan Türk girişimcisi çok iyi biliyor. Sorun siyasetin bugünkü dilinde... Dünün kucaklayıcı dili, ülkeyi her gün yeni zirvelere taşırken, bugünkü kavgacı dil moralsiz, yeni hikayeden yoksun kaldığı için heyecansız girişimcisinin çaresizliğine, mecalsizliğine tuz biber oluyor. Hele turizmcinin ˮbeterin de beteriˮ hali var ki... Batmakta olan ve son umudunu AB ülkelerinden gelecek müşteriye bağlamış olan turizm sektörüyle, turizmcilerin çırpınışları var ki, onu da bir sonraki yazıda anlatayım... Abdullah Ayan
AB ile tam üyelik yolundaki en ciddi adımlardan biri olan müzakerelere başlanma kararı alındığında gündüz gözüyle havai fişek patlatarak kutlanmıştı (http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/19/siy101.html) talihin döndüğü o tarihi anda... 2004 Aralığının buz kesen Ankara havasını herkesi kucaklayan diliyle ısıtan Erdoğan, 1963 Ankara anlaşmasından günümüze emeği geçen bütün siyasetçileri minnetle anarken en büyük teşekkürü görüşmeler boyunca her türlü desteği veren CHPʹ ye yapıyor ve başlayan yeni dönemi şöyle tarif ediyordu: ˮBundan sonra şüphesiz önümüzde uzun, zorlu yollar var unutmayın. Çünkü bundan sonraki çalışmalarımız her attığımız adım Türkiyeʹde yeni bir başarının oluşmasını temin edecektir. Bundan sonra ülkemizde demokrasi daha faklı bir şekilde güç bulacaktır. Ekonomi çok daha farklı bir şekilde performans ortaya koyacak. Türkiye çağdaş ülkeler arasındaki yerini almaya başlamıştır alacaktırˮ Gerçekten de AB ile tam üyeliğin kapılarının açılmaya başlamasıyla ülkenin en azından ekonomik iklimi değişmeye, büyük bir büyüme trendi başlarken ABʹ ye yönelik ihracat hızlanmaya, ülkeye olan ilgi yeni zirvelere tırmanmaya başladı. Hepsinden önemlisi ülkenin en ciddi sorunu olan işsizliğin belini kıracak doğrudan yatırımlarda AB sermayesi milyarlarca Euro ile Türkiyeʹ ye girdi. İhracat yaptığımız ilk 5 ülkenin 4ʹü (Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa) idi 2004 sonunda. 2003ʹ te 47 milyar dolar olan ihracat, 2004 sonunda 63 milyar dolara, 2005ʹ te 73, 2006ʹ da 86 milyar dolara çıktı. Müzakere tarihi alışımızın üzerinden 2 yıl geçtiğinde bile ihracat 2 katına çıkıyor ve bu ihracatın yaklaşık yarısı ABʹ ye yapılıyordu. Süreç ağır aksak işlese de ihracatın artış trendi 2011ʹe kadar hayli iyiydi. AK Parti 2002ʹde 35 milyar dolarlık ihracat yapan ülkeyi on yılda 135 milyar dolara ulaştıran bir iktidar olarak, 2023 hedefini 500 milyar dolar olarak belirlerken en büyük misyon tartışılmaz biçimde ABʹ ye yükleniyordu. 2012 bir kaç açıdan Türkiyeʹ de kırılmaların yaşandığı yıl... 2010 referandumu ve 2011 seçimleriyle o güne kadar iktidar olsa da, muktedir olma şansı bulamayan AK Parti gittikçe Erdoğanʹ la özdeşleşmeye, parti içinde iyi kötü o güne kadar işleyen demokrasiden uzaklaşmaya, vesayetin geriletilmesinde birlikte yürüdüğü liberal kesimle yollarını ayırmaya başladı ama çok daha önemli asıl gelişme Arap baharı diye adlandırılan Kuzey Afrika halk hareketlerinin Suriyeʹ ye sirayet etmesiyle ortaya çıktı. Ama on yıl boyunca statükonun tüm ayak diremelerine karşı büyüyen ekonomiye paralel yükselen Türkiye imajı 2012ʹdeki gelişmelerle birlikte durağanlaşmaya, ardından baş aşağı gitmeye başladı. Türkiye halen 2023ʹ te 500 milyar dolar ihracat hayalleri kuruyor ama 6 yıldır 135-140 milyar dolar etrafında dönüp duruyor gerçekte... 2012ʹ ye kadar her yıl çift haneli artan ihracatın tökezlemeye başlaması bir yana, yeni bir hikaye yazılamayınca, yeni beklentiler ortaya konamayınca heyecan dalgası yerini yorgunluğa, yorgunluk bıkkınlığa bıraktı. Büyümenin tartışılmaz en ciddi lokomotifinin yorulmaya başlaması her alanda kendini hissettirirken özellikle Türkiye gibi genç, dinamik nüfusa sahip ülkenin en önemli itici gücü olan gençleri duraklamayla birlikte yeniden işsizlik korkusunu hissetmekte... Son 5 yıldır duran sadece ihracat değil. Kişi başına milli gelir de 10 bin dolarlık orta gelir çıtasına gelip dayandı ve bir türlü o belalı tuzağı aşamadı. Ve geldik bugüne... Türkiye büyümesini ihracat lokomotifliğinde gerçekleştirmek zorunda olan bir ülke ve bu ihracatın son 15 yılına bakıldığında bazen üstüne çıksa da en az yarısı ABʹ ye yapılmakta... Tüm gerginliklere rağmen ABʹ nin Türkiye ihracatındaki payı bugün de %50 civarında... Peki gerçek bu iken 2004ʹ te müzakere tarihi alındı diye gündüz havai fişek patlatılan Ankara gösterilerinde ˮAB parlamentosu üyelerine, ABʹnin komisyon başkan ve üyelerine, konseyin değerli devlet başkanlarınaˮ teşekkür eden ve ˮ Bu yolu adeta dantel örer gibi öreceğiz. Yolumuz açıktır, geleceğiniz aydınlık olsun diyorum. Türkiye asıl zorlu kavşağı dündü, bundan sonra farklı olacak.ˮ konuşmasıyla dinleyenleri coşturan, yer yer sevinçten ağlatan Erdoğanʹ ın bugün aynı ABʹ ye neler söylediğini sanırım tekrarlayıp ruhları karartmama gerek yok. Erdoğan her gün gerilimi arttırıp ABʹ ye kapıları bir daha açılması zor biçimde kapatmaya kapatıyor da, mevcut yapısı içinde ihracatın AB dışında farklı alternatifleri var mı? Son günlerde daha sık duyulmaya başlanan Şanghay beşlisi denilen çatının asıl sahipleri Rusya ve Çin gerçekten AB pazarının yerini tutar mı? Soruların hiç te zor olmayan cevaplarını tüm güçlüklere karşın, işletmesini ayakta tutmaya, nefes almaya çalışan Türk girişimcisi çok iyi biliyor. Sorun siyasetin bugünkü dilinde... Dünün kucaklayıcı dili, ülkeyi her gün yeni zirvelere taşırken, bugünkü kavgacı dil moralsiz, yeni hikayeden yoksun kaldığı için heyecansız girişimcisinin çaresizliğine, mecalsizliğine tuz biber oluyor. Hele turizmcinin ˮbeterin de beteriˮ hali var ki... Batmakta olan ve son umudunu AB ülkelerinden gelecek müşteriye bağlamış olan turizm sektörüyle, turizmcilerin çırpınışları var ki, onu da bir sonraki yazıda anlatayım... Abdullah Ayan
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.