Tuz deposundan Taş Binaʹ ya -26... Abdullah Ayan yazdı

Spor (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 18.09.2017 - 10:11, Güncelleme: 29.11.2021 - 14:41
 

Tuz deposundan Taş Binaʹ ya -26... Abdullah Ayan yazdı

Akkahve dönemini herkes kaleme alır, tasvir eder de, hiç kimse bu konuda İlyas Halilʹ in eline su dökemez. Kendi ifadesiyle Akkahveʹ de oturup, Mersinʹ i her defasında yeniden kurdukları, yokluk günlerinin gecelerinde renk ʹçalmayaʹ çıktıkları yıllar... İyisi mi fazla uzatmadan sözü ʹUstaʹ ya bırakmak... ʹTemmuz çakıl taşlarıʹ* öyküsünde yaşadığı elli yıllık med ceziri bakın nasıl anlatacaktır: ˮMartın başıydı. Vakit akşamın altısı... Kaleci Hasan Balıkʹ ın büfesinin önünde orta yaşlı bir adam durdu. Bir şişe ˮyirmilikˮ aldı. Güneş Sinemasıʹ na doğru yürüdü. Akkahveʹ ye girdi. Masamızda durdu, kendini tanıttı. ˮBen Bekir Uluğˮ** dedi. ˮFuat Akbaşʹ ın gazetesinde*** yazarım. Şiirle, resimle uğraştığınızı duydum. Sizinle tanışmak istedim. Size doktor Reşit Galibʹ in, Antun Zabitʹ in emanetini getirdim. Şiirinizin bittiğini sandığınız gün bu şişeden iki damla... Gerçekler değişir. Yeniden var olursunuz.ˮ Celal Çumralı kalktı, Bekir Beyʹin elini sıktı. ˮBuyurˮ dedi. ˮBize katılırsanız memnun oluruz.ˮ Bekir Uluğ özür diledi ve ˮmatbaaya dönmem gerekˮ dedi. ˮBesim Akbaş beni bekliyor.ˮ Akkahveʹ den geç çıktık. Çiçekler gökyüzüne fışkırmış, geceye yapışmıştı. Bahar kokuları üstümüze yürüyordu. Havada ısırgan otu... Köstebekler uyanmış... Yakın bir mahallede toprak kabarmıştı. Kimi evlerde kızların göğüslerini dışarı tepmişti. (...) Nuri, Haşmet, Sudi, Osman, Celal, çiçek bezeli o gecede yağmura tutulmuştu, ertesi gün güneşe sırılsıklam vardık. O 1954 yılını bir kaç kez yaşayacaktım. Akşamüstleri banka çıkışı iki ressam, iki şairdim ben. Nevit idim, müzik yazan... Osmanʹ dı adım, felsefeden söz edince. Sudi idim; elimde kalem karikatür çizen... Akkahveʹ de güneşli masaların birinde oturur, Mersinʹi baştan kurar, yeniden boyardım toprağı. Kabarmış kızları evirir çevirir, onlara yeni çiçek adları takardım. Geniş etek giyenlerin ardından rüzgar olur eserdim. Sonra kıtlık, yokluk günleri geldi çattı. Yaşam güçlüğü yapıştı yakama. Hırsız olduk, geceleri sokaklardan el ayak çekilince... Nuri ile mahallelere dalar sevdiğimiz şeyleri çuvallarımıza doldururduk. Nuri renk çalar, boya toplardı, martıların akı, Latifeʹ nin yüzüydü. Kahve Leylaʹ nın gözüne uygun... Gecenin karasıyla, Çingene kızın saçının bir telini boyamıştı. (...) Adliye sarayının damı ak kumrular tekkesiydi. Mahkeme koridorları kumruların gugukları, köylülerin derdiyle uğuldardı. Keçisini yitirmiş Fadime Ana, Sudi****ʹ nin kapısına dikilmiş ˮkadanı alayım, avukat beyˮ diyordu. ˮHakim beye söyle, keçimi bulsunlar.ˮ (...) Nevit ses ustasıydı. Sabah erken uyanır, rüzgâra nasıl eseceğini anlatır, falsosuz üflemesini öğretirdi. (...) Bir erken sabahtı, Nevit Kodallı kıyıların sesini, kumların, çakıl taşlarının hışırtısını kucaklamış denizi saz gibi çalıyordu. Kuşlar, bulutlar dans ediyordu mavilerin içinde... (...) Mevsimler arası bir gündü. Osmanʹ la denize karşı bir masada oturmuş notlarımın içinde bulduğum bir şiiri düzeltiyordum. Ay sonuydu. On gündür ayın otuzu olmuş bir türlü ay başı gelmiyordu. Kömürü bitmiş lokomotiftik hepimiz. Garda parasız, çakılı kalmıştık. Az sonra Haşmet gelecek. Osmanʹ ın ceplerini karıştıracak, gizlediği on lirayı bulacaktı. Hep birlikte yemeğe gidecektik. Osman yüzünde gülümseme, Haşmetʹ in gelmesini bekliyordu. Hepimiz gençtik. Bekir Uluğʹ un şişesini kokluyor, petunya kokusunda kız arıyorduk. Aşık olmaktan başka bildiği bir iş yoktu kimsenin... O yıllarda Mersinʹ de yaşamak, yağmurda ıslanan ağaca benzerdi. Sırılsıklam âşık olmak, kaçmadığımız bir olaydı. Ayselʹ in, Sunaʹ nın, Nurtenʹ in güzelliğine kim karşı koyabilirdi?.. (...) 2004 yazı Mersinʹ deyim. ˮŞiirin, renklerin içinde miyim diye bakıyorum. Parklardan renk, koku çaldığımız yılları arıyorum. Aradan elli yılın geçtiğine inanmak güç. 1954 yağmurları yağmıyordu artık, geçtiğimiz sokaklara. Pencerelerde bildiğim yüzleri aradım, petunya saksıları boştu. 1956 denizini aradım. Nereye gittiğini bilen yoktu. Elimle boyadığım denizi alıp götürmüşlerdi. Belediye memurları çöplüğe atmış olmalı. Ellerimde hâlâ o günün mavi lekesi duruyordu. Nuri Abaç Ankaraʹ dan haber salmıştı. ˮBoşuna aramaˮ diyordu. ˮRenklerden sarhoş kimse kalmadı. Nevinʹ in saçını dağıtacak rüzgârı bulamayacaksın. Renkler, kokular göçtü.ˮ Ne aradığımı bilsem bulurdum herhalde. Gökyüzü açılmış mavi şemsiye, ben kuş... Mersinʹi güneş ışınlarında, deniz kıyısında bulmak için uçuyorum. Önümde yokluktan büyük bir yokluk. Elimi sürünce, nane yaprağını bulacakmışım gibi ellerime bakıyorum. (...) 1960 yılı denize yakındı. Erenʹ in apartmanı denizden pek uzak değildi... Çakılları salladım içleri yarı yarıya deniz... Kollarından bacaklarından damlıyordu denizden getirdiği... Yarının ıslandığını görmek bugüne kalmış demek... ˮKurulanmak ister misin?ˮ dedim. Havlu verdim elli yıl sonra... Bekir Uluğʹ un iksirini... Celal Çumralıʹ nın petunya kokan kızını bulmam gerek. Parklarda petunya çiçeklerinin önünde duruyorum. ˮBiri bana Çumralıʹ yı sorar mı?ˮ diye bakıyorum. Beyaz elbise giymiş. Düğüne gelmişti. Elinde bir tutam çiçek. Beş yaşındaydı. *** (...) * Temmuz çakıl taşları öyküsü, Agap Çiçeği kitabından (2006) ** Gazeteci yazar Bekir Uluğʹ un 1948 yılında Tarih boyunca Çukurova araştırma kitabı yayınlandı. 1951ʹden itibaren Yenimersin gazetesinde uzun yıllar başyazarlık yaptı. *** Mersinʹe damgasını vuran etkili gazete. Kurucusu Fuat Akbaşʹ tır. Ölümünden sonra gazeteyi öyküde adı geçen oğlu Besim Akbaş yönetti. Fuat beyin kızı Nimet hanım İhsan Tufan ile evlendikten sonra 1958ʹ de Mersinin muhalif sesi Sonhaber gazetesini çıkardı. Sonradan o gazeteyi oğulları Tankut Tufan hayata gözlerini yumduğu güne kadar tüm zorluklara rağmen okuyucuyla buluşturmayı sürdürdü. **** Sudi Abaç, ressam Nuri Abaçʹ ın kardeşi, Mersinʹ de uzun yıllar avukatlık mesleğini sürdüren hukukçu kimliği yanında, karikatür dalında pek çok ödül sahibi sanatçıdır.   Abdullah Ayan   Tuz deposundan taş binaya-1 Tuz deposundan taş binaya-2 Tuz deposundan taş binaya-3 Tuz deposundan taş binaya-4 Tuz deposundan taş binaya-5 Tuz deposundan taş binaya-6 Tuz deposundan taş binaya-7 Tuz deposundan taş binaya-8 Tuz deposundan taş binaya-9 Tuz deposundan taş binaya-10 Tuz deposundan taş binaya-11 Tuz deposundan taş binaya-12 Tuz deposundan taş binaya-13 Tuz deposundan taş binaya-14 Tuz deposundan taş binaya-15 Tuz deposundan taş binaya-16 Tuz deposundan taş binaya-17 Tuz deposundan taş binaya-18 Tuz deposundan taş binaya-19 Tuz deposundan taş binaya-20 Tuz deposundan taş binaya-21 Tuz deposundan taş binaya-22 Tuz deposundan taş binaya-23 Tuz deposundan taş binaya-24 Tuz deposundan taş binaya-25  
Akkahve dönemini herkes kaleme alır, tasvir eder de, hiç kimse bu konuda İlyas Halilʹ in eline su dökemez. Kendi ifadesiyle Akkahveʹ de oturup, Mersinʹ i her defasında yeniden kurdukları, yokluk günlerinin gecelerinde renk ʹçalmayaʹ çıktıkları yıllar... İyisi mi fazla uzatmadan sözü ʹUstaʹ ya bırakmak... ʹTemmuz çakıl taşlarıʹ* öyküsünde yaşadığı elli yıllık med ceziri bakın nasıl anlatacaktır: ˮMartın başıydı. Vakit akşamın altısı... Kaleci Hasan Balıkʹ ın büfesinin önünde orta yaşlı bir adam durdu. Bir şişe ˮyirmilikˮ aldı. Güneş Sinemasıʹ na doğru yürüdü. Akkahveʹ ye girdi. Masamızda durdu, kendini tanıttı. ˮBen Bekir Uluğˮ** dedi. ˮFuat Akbaşʹ ın gazetesinde*** yazarım. Şiirle, resimle uğraştığınızı duydum. Sizinle tanışmak istedim. Size doktor Reşit Galibʹ in, Antun Zabitʹ in emanetini getirdim. Şiirinizin bittiğini sandığınız gün bu şişeden iki damla... Gerçekler değişir. Yeniden var olursunuz.ˮ Celal Çumralı kalktı, Bekir Beyʹin elini sıktı. ˮBuyurˮ dedi. ˮBize katılırsanız memnun oluruz.ˮ Bekir Uluğ özür diledi ve ˮmatbaaya dönmem gerekˮ dedi. ˮBesim Akbaş beni bekliyor.ˮ Akkahveʹ den geç çıktık. Çiçekler gökyüzüne fışkırmış, geceye yapışmıştı. Bahar kokuları üstümüze yürüyordu. Havada ısırgan otu... Köstebekler uyanmış... Yakın bir mahallede toprak kabarmıştı. Kimi evlerde kızların göğüslerini dışarı tepmişti. (...) Nuri, Haşmet, Sudi, Osman, Celal, çiçek bezeli o gecede yağmura tutulmuştu, ertesi gün güneşe sırılsıklam vardık. O 1954 yılını bir kaç kez yaşayacaktım. Akşamüstleri banka çıkışı iki ressam, iki şairdim ben. Nevit idim, müzik yazan... Osmanʹ dı adım, felsefeden söz edince. Sudi idim; elimde kalem karikatür çizen... Akkahveʹ de güneşli masaların birinde oturur, Mersinʹi baştan kurar, yeniden boyardım toprağı. Kabarmış kızları evirir çevirir, onlara yeni çiçek adları takardım. Geniş etek giyenlerin ardından rüzgar olur eserdim. Sonra kıtlık, yokluk günleri geldi çattı. Yaşam güçlüğü yapıştı yakama. Hırsız olduk, geceleri sokaklardan el ayak çekilince... Nuri ile mahallelere dalar sevdiğimiz şeyleri çuvallarımıza doldururduk. Nuri renk çalar, boya toplardı, martıların akı, Latifeʹ nin yüzüydü. Kahve Leylaʹ nın gözüne uygun... Gecenin karasıyla, Çingene kızın saçının bir telini boyamıştı. (...) Adliye sarayının damı ak kumrular tekkesiydi. Mahkeme koridorları kumruların gugukları, köylülerin derdiyle uğuldardı. Keçisini yitirmiş Fadime Ana, Sudi****ʹ nin kapısına dikilmiş ˮkadanı alayım, avukat beyˮ diyordu. ˮHakim beye söyle, keçimi bulsunlar.ˮ (...) Nevit ses ustasıydı. Sabah erken uyanır, rüzgâra nasıl eseceğini anlatır, falsosuz üflemesini öğretirdi. (...) Bir erken sabahtı, Nevit Kodallı kıyıların sesini, kumların, çakıl taşlarının hışırtısını kucaklamış denizi saz gibi çalıyordu. Kuşlar, bulutlar dans ediyordu mavilerin içinde... (...) Mevsimler arası bir gündü. Osmanʹ la denize karşı bir masada oturmuş notlarımın içinde bulduğum bir şiiri düzeltiyordum. Ay sonuydu. On gündür ayın otuzu olmuş bir türlü ay başı gelmiyordu. Kömürü bitmiş lokomotiftik hepimiz. Garda parasız, çakılı kalmıştık. Az sonra Haşmet gelecek. Osmanʹ ın ceplerini karıştıracak, gizlediği on lirayı bulacaktı. Hep birlikte yemeğe gidecektik. Osman yüzünde gülümseme, Haşmetʹ in gelmesini bekliyordu. Hepimiz gençtik. Bekir Uluğʹ un şişesini kokluyor, petunya kokusunda kız arıyorduk. Aşık olmaktan başka bildiği bir iş yoktu kimsenin... O yıllarda Mersinʹ de yaşamak, yağmurda ıslanan ağaca benzerdi. Sırılsıklam âşık olmak, kaçmadığımız bir olaydı. Ayselʹ in, Sunaʹ nın, Nurtenʹ in güzelliğine kim karşı koyabilirdi?.. (...) 2004 yazı Mersinʹ deyim. ˮŞiirin, renklerin içinde miyim diye bakıyorum. Parklardan renk, koku çaldığımız yılları arıyorum. Aradan elli yılın geçtiğine inanmak güç. 1954 yağmurları yağmıyordu artık, geçtiğimiz sokaklara. Pencerelerde bildiğim yüzleri aradım, petunya saksıları boştu. 1956 denizini aradım. Nereye gittiğini bilen yoktu. Elimle boyadığım denizi alıp götürmüşlerdi. Belediye memurları çöplüğe atmış olmalı. Ellerimde hâlâ o günün mavi lekesi duruyordu. Nuri Abaç Ankaraʹ dan haber salmıştı. ˮBoşuna aramaˮ diyordu. ˮRenklerden sarhoş kimse kalmadı. Nevinʹ in saçını dağıtacak rüzgârı bulamayacaksın. Renkler, kokular göçtü.ˮ Ne aradığımı bilsem bulurdum herhalde. Gökyüzü açılmış mavi şemsiye, ben kuş... Mersinʹi güneş ışınlarında, deniz kıyısında bulmak için uçuyorum. Önümde yokluktan büyük bir yokluk. Elimi sürünce, nane yaprağını bulacakmışım gibi ellerime bakıyorum. (...) 1960 yılı denize yakındı. Erenʹ in apartmanı denizden pek uzak değildi... Çakılları salladım içleri yarı yarıya deniz... Kollarından bacaklarından damlıyordu denizden getirdiği... Yarının ıslandığını görmek bugüne kalmış demek... ˮKurulanmak ister misin?ˮ dedim. Havlu verdim elli yıl sonra... Bekir Uluğʹ un iksirini... Celal Çumralıʹ nın petunya kokan kızını bulmam gerek. Parklarda petunya çiçeklerinin önünde duruyorum. ˮBiri bana Çumralıʹ yı sorar mı?ˮ diye bakıyorum. Beyaz elbise giymiş. Düğüne gelmişti. Elinde bir tutam çiçek. Beş yaşındaydı. *** (...) * Temmuz çakıl taşları öyküsü, Agap Çiçeği kitabından (2006) ** Gazeteci yazar Bekir Uluğʹ un 1948 yılında Tarih boyunca Çukurova araştırma kitabı yayınlandı. 1951ʹden itibaren Yenimersin gazetesinde uzun yıllar başyazarlık yaptı. *** Mersinʹe damgasını vuran etkili gazete. Kurucusu Fuat Akbaşʹ tır. Ölümünden sonra gazeteyi öyküde adı geçen oğlu Besim Akbaş yönetti. Fuat beyin kızı Nimet hanım İhsan Tufan ile evlendikten sonra 1958ʹ de Mersinin muhalif sesi Sonhaber gazetesini çıkardı. Sonradan o gazeteyi oğulları Tankut Tufan hayata gözlerini yumduğu güne kadar tüm zorluklara rağmen okuyucuyla buluşturmayı sürdürdü. **** Sudi Abaç, ressam Nuri Abaçʹ ın kardeşi, Mersinʹ de uzun yıllar avukatlık mesleğini sürdüren hukukçu kimliği yanında, karikatür dalında pek çok ödül sahibi sanatçıdır.   Abdullah Ayan   Tuz deposundan taş binaya-1 Tuz deposundan taş binaya-2 Tuz deposundan taş binaya-3 Tuz deposundan taş binaya-4 Tuz deposundan taş binaya-5 Tuz deposundan taş binaya-6 Tuz deposundan taş binaya-7 Tuz deposundan taş binaya-8 Tuz deposundan taş binaya-9 Tuz deposundan taş binaya-10 Tuz deposundan taş binaya-11 Tuz deposundan taş binaya-12 Tuz deposundan taş binaya-13 Tuz deposundan taş binaya-14 Tuz deposundan taş binaya-15 Tuz deposundan taş binaya-16 Tuz deposundan taş binaya-17 Tuz deposundan taş binaya-18 Tuz deposundan taş binaya-19 Tuz deposundan taş binaya-20 Tuz deposundan taş binaya-21 Tuz deposundan taş binaya-22 Tuz deposundan taş binaya-23 Tuz deposundan taş binaya-24 Tuz deposundan taş binaya-25  
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.