Tuz deposundan Taş Binaʹ ya -46... Abdullah Ayan yazdı

Spor (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 25.12.2017 - 09:15, Güncelleme: 29.11.2021 - 14:41
 

Tuz deposundan Taş Binaʹ ya -46... Abdullah Ayan yazdı

Çocukluğunun sokağındaki insanları, kurduğu arkadaşlıkları anlatan İlyas Halilʹ i okurken, çocukça gözlemlerin bir anda hümanist bakışla nasıl bir dünya vatandaşlığına evrildiğini şaşkınlıkla gözler insan. Çingene kalmak istiyorum öyküsünde olduğu gibi… ˮAna ve babasını bir yıl arayla veremden yitirince, üç yaşındaki Cumaʹ yı, komşuları sütçü Cemil evlat diye bağrına bastı. 177. Sokağın bittiği, Lazkiye Mahallesinin başladığı, yazın hepten toz, kışları silme çamur eski stadyumun* arkasından geçen sokakta Cuma, altı yaşına kadar süt sağmayı öğrenerek babası ile kapı kapı dolaşıp süt dağıttı. Yedi yaşına geldiğinde, babası ˮinekleri öğrendin, şimdi de arkadaşlarını tanıˮ diyerek, bizimle top oynaması için onu yanık mektep arsasına** gönderdi. (…) ** 1941 karanlık bir yıl oldu. Çok sonra o yıl dünyanın kara alevler içinde yandığını öğrendik. Zorluğun, sıkıntının farkında idik ama nereden kaynaklandığını çıkaramadık. (…) 1941ʹ de açtık. Çıplaktık. Tarlalar ekilmemiş. Buğday ambarları da evde kiler de boştu. Kıtlık yüzünden kimileri artık tokluğu ve sevinmeyi unutmuştu. Gençler yitmiş gitmişti. Askerdeydi çoğu. Bahçeleri, bağları eken yoktu. (…) ** 177. Sokak, topraklarından atılmış Türkçe bilmeyen göçmenler köyü idi sanki. Giritʹ ten Giritliler, Kıbrısʹ tan Rumca laf eden Ahmetler, Adnanlar. Batı Trakyaʹdan Bulgarca konuşan yaşlı insanlar. Mısırdan geldiği söylenen Fellahlar. Cebelden Maruni iki Lübnanlı aile. Lazkiyeʹ den Arapça bağıran esnaf. Ve hangi dili öğreneceğini şaşırmış iki Çingene: Cumaʹ nın anası ve babası. ** Kış soğuğunda limon ve portakal ağaçlarındaki çiçek kokularını alınca üşümüyorduk. Yazın sevindiğimiz sayılı anlar, rüzgâr esmediği için tozsuz nefes aldığımız günlerdi. Yaz gecelerinde, avluda ekili nane/maydanoz kokularıyla uyumak bizi rahatlatıyordu. Sivrisinekleri unutuyorduk. Sevincimizi hovardaca israf etmek istemiyorduk. Az az seviniyorduk. Kuru ekmeği baklava sanmak zor değildi o günlerde. Ekim kasım cıvıltılı aylar. Renkli gelirdi. Alev alev kızıl dallar. Güneşte sarımuz dallar. Kış sıkıntılarını unuttururdu. Güz ağzında fakir olduğumu unuturdum. ** 1944ʹ den sonra gelen beş yıl hep haziran. (…) (…) ** Yanık mektep tarlasında, mayıs haziranda, yemenileri çıkarır iki ak fare top peşinde koşardı. Çocuk ayaklarımız. Futbol oynuyorduk. Topumuz bezden. Cuma Kurtuluş İlkokuluʹ na gitti. Sonra Ticaret Lisesiʹ nde ortayı bitirdi. Delikanlı oldu. Askere gideceği yıl yakındı. Bilgim yetersiz, dedi. Avrupaʹ da alevler sönmek üzere. Yeni bir dünyaya uyandığımızı fark ettik. Havada başka bir koku. Yeni bilgiler. Okka gitmiş. Kilo yeni. Arşın yok. Metre gelmiş. Yabancılar çoğalmış. Yeni bir dil duyuyorduk. İngilizler yol yapıyordu. Biz seyrediyorduk. ** Ara sıra Cuma ile ne yapacağımızı konuşurduk. Ben yorulmak istiyorum, demişti bir gün. Yol yapılacaksa yapanları seyretmek değil, yapmak istiyorum. Mahallede beş çocuk. Birbirine benzemez beşiz. Aynı doğadan. Aynı dili konuşan, inek sütü kokan bir evde doğmuş gibi. Tobiş Nihat kağıt oynamasını severdi. Abisi Orhanʹ ın sesi güzeldi. Sonra zengin olacaktı. Göçmen çardaklarından Şaşı Mahmut Giritʹ tendi. Çalışkandı. Güneş batınca evleri karanlık değildi. ** İnanılmaz. Bir çırpıda elli yıl geçti. Yıl 1992. Cumaʹ nın adı New Yorkʹ ta James olmuş. Yağmurlu bir gün. Çocukluk arkadaşımı İntercon Oteliʹ nde buldum. (…) (…) New York Montreal 92 nolu otoban projesini almış. Binlerce kilometrelik yolu genişletiyordu. ** ˮBugüne elli yıl önce vardım,ˮ dedi. ˮSavaş bitmişti. Ben hazırdım. Zaman kulağıma fısıldadı. ʹCuma,ʹ dedi, ʹbu kayıkla bu gölde varacağın kıyı yok. Kayığına yalnız bilgi kürek olsun. Denizi bul. Bir yere varmak istersen.ʹ Gümrük Meydanıʹ na gittim. Öğlen yemeği için evine faytonla giden insanlara baktım. Bana benziyorlardı. Sonra bizim ağılda üç ineğe baktım. Üçünün verdiği süt aynı. Babam, ʹinsanlar hep aynıdırʹ, derdi. ʹAna karnında doğa kimin Fellah, kimin Çingene olduğunu ne bilsin? Vereceği süt aynı olur.ʹ Çingene tattım göğü, yağmuru ve sıcakla soğuk günleri. Çingene kalmak isterim, yaşantımın kalan günlerimi. Korkusuz yaşamak güzel. Yarının karanlığı yarın gelsin. O gün çıra bulmak, çıra yakmak kolay. (…)ˮ *** * Mersinin ilk stadyumu şimdiki Tevfik S. Gür Lisesi batısında kalan alandaydı. Tahta tribünleriyle geçit törenlerine, maçlara 1951 yılına kadar ev sahipliği yapmıştır. ** Yanık Mektep; bir zamanların Ticari İdadisi iken yanan ve günümüzde Özgür Çocuk Parkı olarak düzenlenen alan. *** İlyas Halil, Salkımlar ülkesi Salkımya (2013) kitabı ˮÇingene kalmak istiyorum öyküsü (20 Ağustos 2010) AbdullahAyan
Çocukluğunun sokağındaki insanları, kurduğu arkadaşlıkları anlatan İlyas Halilʹ i okurken, çocukça gözlemlerin bir anda hümanist bakışla nasıl bir dünya vatandaşlığına evrildiğini şaşkınlıkla gözler insan. Çingene kalmak istiyorum öyküsünde olduğu gibi… ˮAna ve babasını bir yıl arayla veremden yitirince, üç yaşındaki Cumaʹ yı, komşuları sütçü Cemil evlat diye bağrına bastı. 177. Sokağın bittiği, Lazkiye Mahallesinin başladığı, yazın hepten toz, kışları silme çamur eski stadyumun* arkasından geçen sokakta Cuma, altı yaşına kadar süt sağmayı öğrenerek babası ile kapı kapı dolaşıp süt dağıttı. Yedi yaşına geldiğinde, babası ˮinekleri öğrendin, şimdi de arkadaşlarını tanıˮ diyerek, bizimle top oynaması için onu yanık mektep arsasına** gönderdi. (…) ** 1941 karanlık bir yıl oldu. Çok sonra o yıl dünyanın kara alevler içinde yandığını öğrendik. Zorluğun, sıkıntının farkında idik ama nereden kaynaklandığını çıkaramadık. (…) 1941ʹ de açtık. Çıplaktık. Tarlalar ekilmemiş. Buğday ambarları da evde kiler de boştu. Kıtlık yüzünden kimileri artık tokluğu ve sevinmeyi unutmuştu. Gençler yitmiş gitmişti. Askerdeydi çoğu. Bahçeleri, bağları eken yoktu. (…) ** 177. Sokak, topraklarından atılmış Türkçe bilmeyen göçmenler köyü idi sanki. Giritʹ ten Giritliler, Kıbrısʹ tan Rumca laf eden Ahmetler, Adnanlar. Batı Trakyaʹdan Bulgarca konuşan yaşlı insanlar. Mısırdan geldiği söylenen Fellahlar. Cebelden Maruni iki Lübnanlı aile. Lazkiyeʹ den Arapça bağıran esnaf. Ve hangi dili öğreneceğini şaşırmış iki Çingene: Cumaʹ nın anası ve babası. ** Kış soğuğunda limon ve portakal ağaçlarındaki çiçek kokularını alınca üşümüyorduk. Yazın sevindiğimiz sayılı anlar, rüzgâr esmediği için tozsuz nefes aldığımız günlerdi. Yaz gecelerinde, avluda ekili nane/maydanoz kokularıyla uyumak bizi rahatlatıyordu. Sivrisinekleri unutuyorduk. Sevincimizi hovardaca israf etmek istemiyorduk. Az az seviniyorduk. Kuru ekmeği baklava sanmak zor değildi o günlerde. Ekim kasım cıvıltılı aylar. Renkli gelirdi. Alev alev kızıl dallar. Güneşte sarımuz dallar. Kış sıkıntılarını unuttururdu. Güz ağzında fakir olduğumu unuturdum. ** 1944ʹ den sonra gelen beş yıl hep haziran. (…) (…) ** Yanık mektep tarlasında, mayıs haziranda, yemenileri çıkarır iki ak fare top peşinde koşardı. Çocuk ayaklarımız. Futbol oynuyorduk. Topumuz bezden. Cuma Kurtuluş İlkokuluʹ na gitti. Sonra Ticaret Lisesiʹ nde ortayı bitirdi. Delikanlı oldu. Askere gideceği yıl yakındı. Bilgim yetersiz, dedi. Avrupaʹ da alevler sönmek üzere. Yeni bir dünyaya uyandığımızı fark ettik. Havada başka bir koku. Yeni bilgiler. Okka gitmiş. Kilo yeni. Arşın yok. Metre gelmiş. Yabancılar çoğalmış. Yeni bir dil duyuyorduk. İngilizler yol yapıyordu. Biz seyrediyorduk. ** Ara sıra Cuma ile ne yapacağımızı konuşurduk. Ben yorulmak istiyorum, demişti bir gün. Yol yapılacaksa yapanları seyretmek değil, yapmak istiyorum. Mahallede beş çocuk. Birbirine benzemez beşiz. Aynı doğadan. Aynı dili konuşan, inek sütü kokan bir evde doğmuş gibi. Tobiş Nihat kağıt oynamasını severdi. Abisi Orhanʹ ın sesi güzeldi. Sonra zengin olacaktı. Göçmen çardaklarından Şaşı Mahmut Giritʹ tendi. Çalışkandı. Güneş batınca evleri karanlık değildi. ** İnanılmaz. Bir çırpıda elli yıl geçti. Yıl 1992. Cumaʹ nın adı New Yorkʹ ta James olmuş. Yağmurlu bir gün. Çocukluk arkadaşımı İntercon Oteliʹ nde buldum. (…) (…) New York Montreal 92 nolu otoban projesini almış. Binlerce kilometrelik yolu genişletiyordu. ** ˮBugüne elli yıl önce vardım,ˮ dedi. ˮSavaş bitmişti. Ben hazırdım. Zaman kulağıma fısıldadı. ʹCuma,ʹ dedi, ʹbu kayıkla bu gölde varacağın kıyı yok. Kayığına yalnız bilgi kürek olsun. Denizi bul. Bir yere varmak istersen.ʹ Gümrük Meydanıʹ na gittim. Öğlen yemeği için evine faytonla giden insanlara baktım. Bana benziyorlardı. Sonra bizim ağılda üç ineğe baktım. Üçünün verdiği süt aynı. Babam, ʹinsanlar hep aynıdırʹ, derdi. ʹAna karnında doğa kimin Fellah, kimin Çingene olduğunu ne bilsin? Vereceği süt aynı olur.ʹ Çingene tattım göğü, yağmuru ve sıcakla soğuk günleri. Çingene kalmak isterim, yaşantımın kalan günlerimi. Korkusuz yaşamak güzel. Yarının karanlığı yarın gelsin. O gün çıra bulmak, çıra yakmak kolay. (…)ˮ *** * Mersinin ilk stadyumu şimdiki Tevfik S. Gür Lisesi batısında kalan alandaydı. Tahta tribünleriyle geçit törenlerine, maçlara 1951 yılına kadar ev sahipliği yapmıştır. ** Yanık Mektep; bir zamanların Ticari İdadisi iken yanan ve günümüzde Özgür Çocuk Parkı olarak düzenlenen alan. *** İlyas Halil, Salkımlar ülkesi Salkımya (2013) kitabı ˮÇingene kalmak istiyorum öyküsü (20 Ağustos 2010) AbdullahAyan
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.