Tuz deposundan Taş Binaʹ ya -59 (Akkahveʹ de sona doğru)... Abdullah Ayan yazdı

Spor (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 09.04.2018 - 09:03, Güncelleme: 29.11.2021 - 14:41
 

Tuz deposundan Taş Binaʹ ya -59 (Akkahveʹ de sona doğru)... Abdullah Ayan yazdı

Hayatın bambaşka nedenlerle yerlerinden yurtlarından koparıp Mersinʹ e savurduğu bir avuç entelektüelin bir araya gelip buluştuğu, günler geceler boyu tefekküre daldığı, tartıştığı mekanı, Akkahveʹ yi öykülerine taşır Halil… Sahneye çıkarıp canlandırmakla da kalmaz. Dönemin Kahramanlarını veya kendi ifadesiyle, ʹıraktan, yabandanʹ kopup gelmiş, dünyanın en büyük gökyüzünden en güzel kasabasına düşmüş, ʹbeş ayrı dildenʹ, ʹbeş benzemeziʹ ölümsüzleştirirken, o dönemi anlattığı son öyküsünü şöyle sürdürür: ˮ (…) ** Nuriʹ nin bürosundan sonra, renk ve koku avına çıkardık. Nuri, renkleri tuvali için toplardı. Celal Çumralı ise şiirleri için. Ben küçük bir çıraktım o sıra. Bu bizim her günkü masal hayatımızdı. Resimle başlardık. Nuri, şimdiden gelecek yıllar için dağarcığını dolduruyordu. Gece saat onda, yaz akşamları, Nuri ve Haşmet bütün kızların yanağından çeşitli pembeleri, kızılı, gözlerinden toprak/kahveyi, kömür karayı, zeytin yeşilini toplamış, denizden mavi derlemiş, tuvale kızlar güller, deniz martılardan ak korku veren insanlara benziyordu. Nuri, resimlerinde yeni bir insan olarak karşımıza çıkıyordu. Nuri, derdim, dost Nuri, bu renkleri dünyanın en güzel kızlarından topladın. Buradan korkunç insancıklar çıkardın. Oysa her renkte ben bir eş, bir sevgili, bir gelin bulurdum. Nuri, bileceğin gibi, kadının, kızın özenle yaratıldığı yerdir Mersin. ** Sonra şiir başlardı. Kibrit ışığı içimizde. Yine aynı kaynaklardan, Nuriʹ nin elinden çıkmış Sevimʹ in esmer karası gece karanlığını, bir şiirin gece ışıltısı için kullanırdım. Şiir, resim başlardı. Celal şiirini ʹikinci yeniʹ de aradı. (…) Mersin nisanda limon ve çiçek kokularında, mayısta sebze bahçelerinden domates ve biber renklerinden, kasaba değil masal köyü idi. Nisan hep portakal kokardı Ramazanda, Lazkiye mahallesinde. Kişiyi suratından hangi mahallede oturduğunu; konuşmasından ne iş tuttuğunu, evde hangi dili konuştuğunu bilirdik. ** İşte böyle başladık Nuri Abaçʹ la, Haşmet Akalʹ ın renklerini tuvallerinde izlemeye. (…) Haşmet Akal ustanın düşündüğü, çizdiği ve boyadığı hep Parisʹ ten bir aşüfte. Bir geceden arta kalan. Bir koku, bir anı idi. Adını bilmediği bir kadından. Osman Özeren, Sokrat Osman, beş benzemezin bilgesi. Bazen elinde demli çayı, uzaklara dalmış. Sessizliğimizi bilgi doldururdu. Akkahveʹ deyiz. Mavi, iki karış ötemizde. İçi, altı, üstü su. Akdeniz bu. Yanı başımızda. Denizin başladığı yer. Bir parmak derin. Uzakta, Allah bilir nedir? Kadın gibi… Mersinʹ in mor akşam yaz aydınlığı. Adsız beş kişi biz ıraktan, yabandan… Beş ayrı dil. Mırıldanırdık. (…) Aynı anda konuşan beş yakın arkadaştık. Nuri iki idi. İki insan. Birbirine benzemez. Birazı mimar, çoğu ressam idi. Aşka gelince, çok Sevim idi. Akşam hep Sevimʹ i arardı. Esmerdi Sevim, akşamın ilk renklerine benzerdi. ** Haşmetʹ in fırçasında özlem gün ışığında Paris ve ilk karanlıkta çırılçıplak yine bir Parisli kadın. Osman Özeren Atinalı Sokrat. Aynı mahallede büyümüş. ˮBen Kilisʹ liyim, o değilˮ derdi. ˮBen bilgisizliğimin çocuğu. Bilgisizliğimi bilmeseydim eğer yanlış kapı çalardım. Kendimi Osmanʹ ı kapı çala çala, sora sora buldum. Siz değil.ˮ Celal Çumralı yargıç. Biraz dönen derviş, yani Rumi. Bir yanı Konyalı. Bir saat yürüdükten sonra, başladığı yere, kendini aramaya dönerdi. Yaşadığımız kasaba önceden ʹgâvur eliʹ idi. Mersina derlerdi. O günler ilk kurulan köyde yaşıyorduk sanki. Hafta yedi, ebemkuşağı renkli günlerimiz. Pazartesi güneş Zeytinlibahçe Mahallesinden zeytin yeşili. Göğü kaplardı. Salı sarı. Cumaya mor olur kara. Solar. Nuriʹ nin fırçasında bilinçaltı öcü böcü renkleri. Bizdik, insan idi Nuriʹ nin tuvalinde renkler. Abaç, dışı başka insan. İçinde hâlâ mağara. İnsanı anlatır resimleri. Yoğurt Pazarıʹ nda. Gümrük Meydanıʹ nda… Mağara devrini anlatıyordu. ** Çarşamba güneşi batıda. Mersin sarhoş. Doğduğu renkte al battı batıda. Şarap kızıldı. Üstü başı ve urbası sırtında uyuyakalmış bir ayyaştı. Nuriʹ nin insan - makine dönemini anlattığı yıllar… (…) Mersinʹ de çiçek kokusu. Delikanlılar ve genç kızlar sokakta. Nisanda gün batımı parkta. ** Cuma, menekşeye özenen gün. Rengi, Akdenizʹ in uzak moru. Kıyıda su. Palyaçonun renk renk yamalı ceketi sırtında. Resim Mersin, fırça Abaçʹ ın. ** Hava karardığında mavi kıyı ve sahil… Suda gökyüzü. Işıl ışıl. Yakamoz yanar söner uzaktan. ** Çoğu gün Nuriʹ de toplanırdık. Sonra doğruca Akkahve… Masa denize karşı. Denizden ses. Akşamın deniz sesi. Martılar köpük, uçmak ister. Kıyı yarı mavi, yarı ak köpük. Batan güneşin altı mavi, üstü kızıl. Martının sesinde sevinç. Denize gak guk ile kalk gel! der gibi…ˮ * *İlyas Halil, Baharı Yitirdiğim Bahçe kitabı (2012), Sihirbaz Nuriʹ nin Paletinde Biz öyküsü (28 Aralık 2012)  Abdullah Ayan
Hayatın bambaşka nedenlerle yerlerinden yurtlarından koparıp Mersinʹ e savurduğu bir avuç entelektüelin bir araya gelip buluştuğu, günler geceler boyu tefekküre daldığı, tartıştığı mekanı, Akkahveʹ yi öykülerine taşır Halil… Sahneye çıkarıp canlandırmakla da kalmaz. Dönemin Kahramanlarını veya kendi ifadesiyle, ʹıraktan, yabandanʹ kopup gelmiş, dünyanın en büyük gökyüzünden en güzel kasabasına düşmüş, ʹbeş ayrı dildenʹ, ʹbeş benzemeziʹ ölümsüzleştirirken, o dönemi anlattığı son öyküsünü şöyle sürdürür: ˮ (…) ** Nuriʹ nin bürosundan sonra, renk ve koku avına çıkardık. Nuri, renkleri tuvali için toplardı. Celal Çumralı ise şiirleri için. Ben küçük bir çıraktım o sıra. Bu bizim her günkü masal hayatımızdı. Resimle başlardık. Nuri, şimdiden gelecek yıllar için dağarcığını dolduruyordu. Gece saat onda, yaz akşamları, Nuri ve Haşmet bütün kızların yanağından çeşitli pembeleri, kızılı, gözlerinden toprak/kahveyi, kömür karayı, zeytin yeşilini toplamış, denizden mavi derlemiş, tuvale kızlar güller, deniz martılardan ak korku veren insanlara benziyordu. Nuri, resimlerinde yeni bir insan olarak karşımıza çıkıyordu. Nuri, derdim, dost Nuri, bu renkleri dünyanın en güzel kızlarından topladın. Buradan korkunç insancıklar çıkardın. Oysa her renkte ben bir eş, bir sevgili, bir gelin bulurdum. Nuri, bileceğin gibi, kadının, kızın özenle yaratıldığı yerdir Mersin. ** Sonra şiir başlardı. Kibrit ışığı içimizde. Yine aynı kaynaklardan, Nuriʹ nin elinden çıkmış Sevimʹ in esmer karası gece karanlığını, bir şiirin gece ışıltısı için kullanırdım. Şiir, resim başlardı. Celal şiirini ʹikinci yeniʹ de aradı. (…) Mersin nisanda limon ve çiçek kokularında, mayısta sebze bahçelerinden domates ve biber renklerinden, kasaba değil masal köyü idi. Nisan hep portakal kokardı Ramazanda, Lazkiye mahallesinde. Kişiyi suratından hangi mahallede oturduğunu; konuşmasından ne iş tuttuğunu, evde hangi dili konuştuğunu bilirdik. ** İşte böyle başladık Nuri Abaçʹ la, Haşmet Akalʹ ın renklerini tuvallerinde izlemeye. (…) Haşmet Akal ustanın düşündüğü, çizdiği ve boyadığı hep Parisʹ ten bir aşüfte. Bir geceden arta kalan. Bir koku, bir anı idi. Adını bilmediği bir kadından. Osman Özeren, Sokrat Osman, beş benzemezin bilgesi. Bazen elinde demli çayı, uzaklara dalmış. Sessizliğimizi bilgi doldururdu. Akkahveʹ deyiz. Mavi, iki karış ötemizde. İçi, altı, üstü su. Akdeniz bu. Yanı başımızda. Denizin başladığı yer. Bir parmak derin. Uzakta, Allah bilir nedir? Kadın gibi… Mersinʹ in mor akşam yaz aydınlığı. Adsız beş kişi biz ıraktan, yabandan… Beş ayrı dil. Mırıldanırdık. (…) Aynı anda konuşan beş yakın arkadaştık. Nuri iki idi. İki insan. Birbirine benzemez. Birazı mimar, çoğu ressam idi. Aşka gelince, çok Sevim idi. Akşam hep Sevimʹ i arardı. Esmerdi Sevim, akşamın ilk renklerine benzerdi. ** Haşmetʹ in fırçasında özlem gün ışığında Paris ve ilk karanlıkta çırılçıplak yine bir Parisli kadın. Osman Özeren Atinalı Sokrat. Aynı mahallede büyümüş. ˮBen Kilisʹ liyim, o değilˮ derdi. ˮBen bilgisizliğimin çocuğu. Bilgisizliğimi bilmeseydim eğer yanlış kapı çalardım. Kendimi Osmanʹ ı kapı çala çala, sora sora buldum. Siz değil.ˮ Celal Çumralı yargıç. Biraz dönen derviş, yani Rumi. Bir yanı Konyalı. Bir saat yürüdükten sonra, başladığı yere, kendini aramaya dönerdi. Yaşadığımız kasaba önceden ʹgâvur eliʹ idi. Mersina derlerdi. O günler ilk kurulan köyde yaşıyorduk sanki. Hafta yedi, ebemkuşağı renkli günlerimiz. Pazartesi güneş Zeytinlibahçe Mahallesinden zeytin yeşili. Göğü kaplardı. Salı sarı. Cumaya mor olur kara. Solar. Nuriʹ nin fırçasında bilinçaltı öcü böcü renkleri. Bizdik, insan idi Nuriʹ nin tuvalinde renkler. Abaç, dışı başka insan. İçinde hâlâ mağara. İnsanı anlatır resimleri. Yoğurt Pazarıʹ nda. Gümrük Meydanıʹ nda… Mağara devrini anlatıyordu. ** Çarşamba güneşi batıda. Mersin sarhoş. Doğduğu renkte al battı batıda. Şarap kızıldı. Üstü başı ve urbası sırtında uyuyakalmış bir ayyaştı. Nuriʹ nin insan - makine dönemini anlattığı yıllar… (…) Mersinʹ de çiçek kokusu. Delikanlılar ve genç kızlar sokakta. Nisanda gün batımı parkta. ** Cuma, menekşeye özenen gün. Rengi, Akdenizʹ in uzak moru. Kıyıda su. Palyaçonun renk renk yamalı ceketi sırtında. Resim Mersin, fırça Abaçʹ ın. ** Hava karardığında mavi kıyı ve sahil… Suda gökyüzü. Işıl ışıl. Yakamoz yanar söner uzaktan. ** Çoğu gün Nuriʹ de toplanırdık. Sonra doğruca Akkahve… Masa denize karşı. Denizden ses. Akşamın deniz sesi. Martılar köpük, uçmak ister. Kıyı yarı mavi, yarı ak köpük. Batan güneşin altı mavi, üstü kızıl. Martının sesinde sevinç. Denize gak guk ile kalk gel! der gibi…ˮ * *İlyas Halil, Baharı Yitirdiğim Bahçe kitabı (2012), Sihirbaz Nuriʹ nin Paletinde Biz öyküsü (28 Aralık 2012)  Abdullah Ayan
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.