Abdullah Ayan
Köşe Yazarı
Abdullah Ayan
 

Salgınlar kentleri değiştirdi, yine değiştirecek..

Önce Sars, Mers, Ebola, kuş gribi, domuz gribi ve benzer salgınlar derken, hepsini unutturan ve hayatımızı baştan aşağı değiştiren koronavirüs ile tanışmak zorunda kaldık. Üstelik yukarıda sıraladığımız tüm salgınlar son yirmi yılda, bir başka ifadeyle 21. yüzyılın ilk döneminde üstümüze geldi. Koronavirüsü diğerlerinden ayıran en önemli özellik, hepimizi evlere hapsetmesi, zorunlu izolasyona mahkum etmesi.. Sosyal mesafe gibi kavramlar, maske gibi ürünler hayatımıza girdi. Temizlik ve el yıkama gibi alışkanlıklar tekrar öne geçti.. Pandeminin yükselişe geçtiği nisan, mayıs aylarında zorunlu karantina hepimizi evlere hapsederken ofisler evlere taşındı, özellikle hizmetler sektörünü oluşturan pek çok işyeri ya devletlerin yasaklamasıyla ya da zaten müşteri gelemediği için kapandı. Şu günlerde koronavirüs ile baş edemesek te, ekonominin çarkları dönsün diye, ülkeler yasakları birer birer kaldırıyor, zoraki bir normalleşmeye tanık oluyoruz. Aşı mı bulundu? Hayır… İlaç mı üretildi? Hayır… İyi de en iyimser tahminler bile aşı için 2021' i işaret ederken ve bulunacak aşının ne ölçüde etkili olup olmayacağı, kalıcı koruma sağlayıp sağlamayacağı meçhul iken bu normalleşme çabaları normal mi? Elbette değil.. Olmadığı henüz birinci dalga savuşturulmamışken, hasta sayılarının her gün yeni rekorlar kırmasından anlaşılıyor. Bilim insanları sonbaharda gripal enfeksiyonla birleşecek yeni virüs dalgasının çok daha ölümcül sonuçlara yol açması tehlikesine dikkat çekerken, bugün hiçbir şey olmamış gibi eski hayata, eski tüketim alışkanlıklarına dayalı yaşam tarzına dönüş çabaları ortaya çıkan gerçek tabloyla çelişiyor, anlamsızlaşıyor… 20 yılda bugüne kadar hiç bilmediğimiz en az 6 salgına yol açan virüs tehdidi ile karşı karşıya kaldığımıza ve sonuncusu ile nasıl baş edeceğimizi dahi bilmediğimize göre, ortaya çıkan somut gerçekler ışığında yaşam tarzımızdan, yaşadığımız kentlere kadar bundan sonrasına yönelik değişimlere hazır olmalı, kişisel ve toplumsal planlarımızı olası en kötü senaryolara uygun biçimde dizayn etmek zorundayız.. Kişisel izolasyon ve bireyler arasındaki sosyal mesafeyi koruma gerekliliği bugüne kadar geçerli olan tüm kuralları, kurgulanan sistemleri yeni baştan gözden geçirmemizi zorunlu kılıyor. Örneğin pandemiye davetiye çıkaran aşırı büyüme, bundan böyle daha yaşanılabilir, daha sağlıklı ve salgınlara karşı koruma sağlayan güvenli yeni kentleşme arayışlarını hayati öneme sahip çok acil konular olarak gündemin başına oturtuyor. Bilimselliğe dayalı projeksiyonlara göre, 2050' de 70' i kentlerde yaşayacak dünya nüfusu baş edemediği bugünkü ve ileride ortaya çıkması kaçınılmaz boyutları meçhul başka pandemilere karşı ne yapacak? Kentler nasıl değişecek? Aslında salgınlar tarih boyunca birey yaşamı kadar kentleri de etkiledi, baştan aşağı değiştirdi. Örneğin kolera ve tifo gibi salgınların kentlerde toplu ölümlere yol açmasının en önemli nedeni sanayileşme ile birlikte yoğun nüfus hareketlerine maruz kalan gittikçe kalabalık bir o kadar da sağlıksız kentleşme idi.. Sanayi Devrimiyle birlikte kentler hızla büyürken, insan ve hayvan dışkıları virüs bulutlarının kol gezdiği ortamı yarattı. Londra ve New York gibi şehirler büyüdükçe tifo, kolera gibi salgınlar öyle büyük sağlık sorunlarına yol açtı ki tamamen yeni bir hijyen sistemi, kanalizasyonların inşa edilmesi gerekti. Örneğin kanalizasyon alt yapısından yoksun Londra' da tüm atıkların döküldüğü Thames nehri artan nüfusun yükünü öylesine taşıyamaz hale geldi ki, 1858 yaz aylarında nehir yanmaya başladı.. Ondan önce de 1853-54 yıllarında kolera salgını nedeniyle tam on bin Londralı hayatını kaybetti.. Sonuçta salgın ve hastalıkla baş gösteren ölüm korkusu efsanevi olarak tanımlanan ve döneminin en önemli mühendislik tasarımı olarak tarihe geçen kanalizasyon alt yapısını kazandırdı Londra' ya.. Böylece döneminin en önemli ve büyük küresel metropolü salgın hastalıklarla gelen ölümleri en aza indirdi. Bu kadar da değil.. Sanayileşme, çalışacak insan nüfusunu ayakta tutmayı, bu ise çarkı çevirecek çalışanlar başta olmak üzere tüm kent sakinlerinin yaşam tarzını ve sosyal dokuyu baştan aşağı değiştirdi. Değişimin sonunda doğan sanayi çağı dinamiklerine uygun kentleri ve kentleşme, koronavirüs ile gelmekte olan yeni yaşam anlayışı, o anlayışın ışığında değişmesi kaçınılmaz yeni kentler bir sonraki makale konusu olsun…
Ekleme Tarihi: 23 Temmuz 2020 - Perşembe

Salgınlar kentleri değiştirdi, yine değiştirecek..

Önce Sars, Mers, Ebola, kuş gribi, domuz gribi ve benzer salgınlar derken, hepsini unutturan ve hayatımızı baştan aşağı değiştiren koronavirüs ile tanışmak zorunda kaldık.

Üstelik yukarıda sıraladığımız tüm salgınlar son yirmi yılda, bir başka ifadeyle 21. yüzyılın ilk döneminde üstümüze geldi.

Koronavirüsü diğerlerinden ayıran en önemli özellik, hepimizi evlere hapsetmesi, zorunlu izolasyona mahkum etmesi..

Sosyal mesafe gibi kavramlar, maske gibi ürünler hayatımıza girdi. Temizlik ve el yıkama gibi alışkanlıklar tekrar öne geçti..

Pandeminin yükselişe geçtiği nisan, mayıs aylarında zorunlu karantina hepimizi evlere hapsederken ofisler evlere taşındı, özellikle hizmetler sektörünü oluşturan pek çok işyeri ya devletlerin yasaklamasıyla ya da zaten müşteri gelemediği için kapandı.

Şu günlerde koronavirüs ile baş edemesek te, ekonominin çarkları dönsün diye, ülkeler yasakları birer birer kaldırıyor, zoraki bir normalleşmeye tanık oluyoruz.

Aşı mı bulundu? Hayır…

İlaç mı üretildi? Hayır…

İyi de en iyimser tahminler bile aşı için 2021' i işaret ederken ve bulunacak aşının ne ölçüde etkili olup olmayacağı, kalıcı koruma sağlayıp sağlamayacağı meçhul iken bu normalleşme çabaları normal mi?

Elbette değil..

Olmadığı henüz birinci dalga savuşturulmamışken, hasta sayılarının her gün yeni rekorlar kırmasından anlaşılıyor.

Bilim insanları sonbaharda gripal enfeksiyonla birleşecek yeni virüs dalgasının çok daha ölümcül sonuçlara yol açması tehlikesine dikkat çekerken, bugün hiçbir şey olmamış gibi eski hayata, eski tüketim alışkanlıklarına dayalı yaşam tarzına dönüş çabaları ortaya çıkan gerçek tabloyla çelişiyor, anlamsızlaşıyor…

20 yılda bugüne kadar hiç bilmediğimiz en az 6 salgına yol açan virüs tehdidi ile karşı karşıya kaldığımıza ve sonuncusu ile nasıl baş edeceğimizi dahi bilmediğimize göre, ortaya çıkan somut gerçekler ışığında yaşam tarzımızdan, yaşadığımız kentlere kadar bundan sonrasına yönelik değişimlere hazır olmalı, kişisel ve toplumsal planlarımızı olası en kötü senaryolara uygun biçimde dizayn etmek zorundayız..

Kişisel izolasyon ve bireyler arasındaki sosyal mesafeyi koruma gerekliliği bugüne kadar geçerli olan tüm kuralları, kurgulanan sistemleri yeni baştan gözden geçirmemizi zorunlu kılıyor.

Örneğin pandemiye davetiye çıkaran aşırı büyüme, bundan böyle daha yaşanılabilir, daha sağlıklı ve salgınlara karşı koruma sağlayan güvenli yeni kentleşme arayışlarını hayati öneme sahip çok acil konular olarak gündemin başına oturtuyor.

Bilimselliğe dayalı projeksiyonlara göre, 2050' de 70' i kentlerde yaşayacak dünya nüfusu baş edemediği bugünkü ve ileride ortaya çıkması kaçınılmaz boyutları meçhul başka pandemilere karşı ne yapacak?

Kentler nasıl değişecek?

Aslında salgınlar tarih boyunca birey yaşamı kadar kentleri de etkiledi, baştan aşağı değiştirdi.

Örneğin kolera ve tifo gibi salgınların kentlerde toplu ölümlere yol açmasının en önemli nedeni sanayileşme ile birlikte yoğun nüfus hareketlerine maruz kalan gittikçe kalabalık bir o kadar da sağlıksız kentleşme idi..

Sanayi Devrimiyle birlikte kentler hızla büyürken, insan ve hayvan dışkıları virüs bulutlarının kol gezdiği ortamı yarattı.

Londra ve New York gibi şehirler büyüdükçe tifo, kolera gibi salgınlar öyle büyük sağlık sorunlarına yol açtı ki tamamen yeni bir hijyen sistemi, kanalizasyonların inşa edilmesi gerekti.

Örneğin kanalizasyon alt yapısından yoksun Londra' da tüm atıkların döküldüğü Thames nehri artan nüfusun yükünü öylesine taşıyamaz hale geldi ki, 1858 yaz aylarında nehir yanmaya başladı..

Ondan önce de 1853-54 yıllarında kolera salgını nedeniyle tam on bin Londralı hayatını kaybetti.. Sonuçta salgın ve hastalıkla baş gösteren ölüm korkusu efsanevi olarak tanımlanan ve döneminin en önemli mühendislik tasarımı olarak tarihe geçen kanalizasyon alt yapısını kazandırdı Londra' ya..

Böylece döneminin en önemli ve büyük küresel metropolü salgın hastalıklarla gelen ölümleri en aza indirdi.

Bu kadar da değil..

Sanayileşme, çalışacak insan nüfusunu ayakta tutmayı, bu ise çarkı çevirecek çalışanlar başta olmak üzere tüm kent sakinlerinin yaşam tarzını ve sosyal dokuyu baştan aşağı değiştirdi.

Değişimin sonunda doğan sanayi çağı dinamiklerine uygun kentleri ve kentleşme, koronavirüs ile gelmekte olan yeni yaşam anlayışı, o anlayışın ışığında değişmesi kaçınılmaz yeni kentler bir sonraki makale konusu olsun…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.