İran ile İsrail arasındaki çatışmada en çok geçen kelime “Nükleer”.
Özellikle Pakistan’ın tehdidinden sonra, nükleer konusu daha da önem kazandı.
Şu anda dünya kamuoyu ve Ortadoğu’ya ilişkin yorumlar, bir kelimenin etrafında dönüyor: Nükleer!
Şimdi benim gibi genelde yerel konular üzerine yazan birinin, neden uluslararası bir meseleye girdiğini merak edebilirsiniz.
Oysa benim neredeyse tüm yazılarım, bir şekilde ve mutlaka Mersin’le bağlantılıdır; kentimi ilgilendirir.
Peki nükleer kelimesi Mersin için doğrudan ne ifade ediyor?
İzninizle, şimdi nükleer konusunun (belki de kimsenin bilmediği) Mersin ile bağlantılı yönünü anlatacağım.
Yıl 1982; Kanadalılar nükleer konusu ile ilgili Mersin’e geliyorlar.
Mersin’de bir nükleer santral yapılacak, bunun yapımını da Kanadalılar üstlenmek istiyorlar.
İİginç nokta şu: Kanadalıların Mersin’de bağlantılarını sağlayan kişi, bir Türk’le evli olan bir Alman bayan..
Yazışmalar, görüşmeler yapılıyor.
Sonra birden konu gündemden çıkıyor; Alman bayan da aniden Mersin’den ayrılıyor.
Yani:1982 yılında Mersin’de yapımına başlanacak nükleer santral birden gizli bir el tarafından engelleniyor!
Ya da şöyle söyleyeyim: Çok önceleri Dünyada birçok ülke nükleer santral yapımına çok önceden başlarken, Türkiye’nin yapması engelleniyor; bir gizli el bu konuyu daha baştan durduruyor.
Sonrasını biliyoruz:
Neredeyse 40 yıl sonra tüm engellemelere, karşı çıkışlara, protestolara rağmen Mersin’de nükleer santral yapımına başlanıyor. Özellikle enerji konusu üzerinden meselenin her ülke için yaşamsal olduğu ortaya çıkıyor; çevrecilik (!) bahanesi altında ve aynı gizli elin sahibi batılı emperyal odaklar tarafından beslenen dar bir kesim dışında, gerekli özenle ve teknolojik akılla kurulacak nükleer santrallerin tartışma dışı olduğu anlaşılıyor. Bunu doğru okuyan siyaset çevreleri de bu çizgide yürümeye devam ediyor.
* * *
Bu kırk yıllık gecikme, yani engelleyen batılı emperyal aklın ülkemize maliyeti nedir?
Bir an için, 1982 yılında nükleer santral yapımına başlandığını düşünün ve bugün Türkiye’nin nükleer güce sahip olduğunu hayal edin.
Ortadoğu’ da çok daha güçlü ve etkili olurduk.
Çünkü artık şunu bir kez daha görüyoruz, izliyoruz ve anlıyoruz: Günümüzde savaşların dinamiği, asker sayısından ve gücünden öte, teknolojik kapasiteye, enerji sermayesine ve savunmadan saldırıya kadar uzanan hava hakimiyetine bağlıdır. Nükleer yatırım ise bu denklemin tam ortasındadır!
Geriye dönüp bakalım ve hatırlayalım: Greenpeace ve Alman Vakıfları gibi bazı yabancı, emperyal kuruluşların ülkemizin gelişmesine katkı verecek hemen her yatırıma nasıl karşı çıkmışlardı… Bizzat ülkemize gelerek tepkileri tahrik eden yabancı parlamenterler, güya çevreci yapılar ve kargaşaları finanse eden kirli çevreler ülkemizde cirit attılar.
Maalesef saf çevreci anlayışla kendi hemşerilerimiz de, elbette bazıları iyi niyetle bu kirli oyuna katıldılar.
Tabii ki yalnızca nükleer santrale karşı çıkmakla kalınmadı; benim onlarca yazıyla anlatmaya çırpındığım, karşılığında ucuz ve seviyesiz saldırılara maruz kaldığım, şimdiyse bu kirli seslerin sonsuza kadar sustuğu meseleleri kısaca hatırlayalım:
*Stratejik önemde ki Taşucu Tersanesi yargı yoluyla engellendi. Bu kime yaradı?
Ne yazık ki sıkıntı sürüyor; Akdeniz’de arıza yapan gemiler İsrail’in Hayfa ve Güney Kıbrıs’ın Limasol limanına gidebilirler; Türk gemileri ise Marmara’ya gelmek zorundadır.
*Balık çiftlikleri Mersin Barosu’nun yargıya başvurması sonucunda Mersin’de kurulamadı. Firmalar Kuveyt ve bazı Kuzey Afrika ülkelerine gittiler ve milyarlık bir yatırım kaçırılmış oldu.
*Bugün en büyük tonajlı gemilerin gelmesini sağlayacak ve kentin ekonomisine katkı verecek limanın genişlemesine bile karşı çıkılıyor.
*Olmayan turizmimizde turizm alanlarına zarar verecek gerekçesi ile Akdeniz Sahil Yolu yapımına karşı çıkan bir Mersin Milletvekili hafızalarımızda.
*Havalimanı’na dahi göçmen kuşların göç yolunda olması ve tarım arazisi olması dolayısıyla karşı çıkıldı, yapımı uzatıldı.
Bu listeyi oldukça uzatabilirim.
Neredeyse tüm Türkiye’yi daha da kalkındıracak imkanlara sahip kentimizde, bu kıymetli yatırımlar niçin, nasıl ve hangi şer odaklarının eliyle engellendi ve bunun bize maliyeti nedir? Bu anlayıştaki bir kentte yapılan Zirvelerin ne anlamı vardır.
Ortadoğudaki, yani burnumuzun dibindeki savaşı dikkatle izleyelim; oradaki güçler dengesine nelerin hükmettiğini düşünelim, nükleer başta olmak üzere ülkemiz kalkınmasında zorunlu yatırımlara kimlerin nasıl engel olduğunu bir daha gözden geçirelim.
Bundan sonra sınır savaşları ve konvansiyonel silahlar çok geri plandadır; asıl olan hava hakimiyeti, nükleerle beslenen enerji sermayesi ve istihbarat gücüdür. Siyaset başta olmak üzere, bütün karar verici iradeler dersini bu doğru üzerinden çalışmaya başlamıştır.
Kendi bağlamında elbette çok anlamlı, yararlı olan daha alt düzey, pragmatik konular, ekonomik ve finansal çalışmalar bu temel doğruyu hep masada tutmak zorundadır; böylece “ geleceği düşünerek , geleceği inşa etmek” üzere toplanan Zirve’ler de konularını, programını ve söylemini buna göre kuracaktır.
Bugün, hemen ve şimdi: Yapılanlar, yapılması kaçınılmaz olanlar ve bu doğrultuda atılan politik, teknolojik ve ekonomik adımlar başta olmak üzere iç siyasete dönük olarak kurulan her cümle, liderlik kavramının altı iki kez çizilirken her aktör ve her olay bu büyük oyunun, bu büyük fotoğrafın içindedir ve öyle anlaşılmalıdır.
HARUN ARSLAN….18 Haziran 2025