Bekir Zorba
Köşe Yazarı
Bekir Zorba
 

Bekçinin Sonu

            Çok uzaklarda, dağların, denizlerin ötesinde bir ülke varmış. O ülke güzel mi güzel, doğa harikası bir yermiş. Öyle ki; dört mevsim birden yaşanırmış bu ülkede. Güzelliğinin, doğal zenginliğinin aksine, insanları az üretken, tembelleştirilmiş, suskun ve itaatkarlarmış. Çünkü aykırı düşünenler, haklarını arayanlar şiddetle cezalandırılır; dalkavuklar, uslu duranlar ödüllendirilirmiş. İnsanların dirliği, yaşam koşulları, Devlet Baba’nın “iki dudağı” arasındaymış.             Ülkede piyasa koşulları pek işlemezmiş. Hemen her şey devletin tekelindeymiş. Rekabet koşulları, girişimcilik sınırlıymış. Devlet mutlak hakimmiş ekonomiye de…             Devlet Baba; yurttaşlarını hem kollar, hem de ara ara “balans ayarı” yapar, onları hizaya çekermiş. Anlayacağınız tam Hulusi Kentmen gibi tatlı sertmiş bu baba…             Yurttaşların tüm dertleri, istekleri, Devlet Baba tarafından çözümlenirmiş. İş isteyenler, evlenmek isteyenler, herkes O’na başvururmuş.             Günlerden bir gün işsiz, garibanın biri geniş ve boş bir araziye göz-kulak olsun, bekçilik yapsın diye işe alınmış. Bekçi boş araziye gidip-gelmeye her ay düzenli olarak maaşını almaya başlamış. Fakat yaptığı fazla iş yokmuş. Gün boyu etrafta dolanıp dururmuş. Bir süre sonra bekçinin talimat almadan “işini” yapamayacağı düşünülmüş ve yapacaklarını planlamak onu sevk ve idare edebilmek için iki kişi daha işe alınmış.             Bu arada üç kişilik personel için boş araziye küçük bir hizmet binası yapılmasına karar verilmiş. Ayrıca ulaşım için servis aracı, bir de şoför tahsis edilmiş. Aradan biraz zaman geçmiş herkes halinden memnunmuş. Ama “yukarıdan” işlerin doğru yapılıp yapılmadığını kontrol etmek için; iki denetmen görevlendirip iş başı yaptırılmış. Biri denetim yapmak, diğeri üst makama rapor yazmak için… Daha sonra “işletmeye” kantin yapılması, kantin görevlisi bir de çaycı almak gereği duyulmuş.             Zamanla personelin maaşlarını hesaplamak, onlara ödeme yapabilmek üzere muhasebeci ve de istatistikçi alınmış. Elbette bu kadar insandan birileri sorumlu olmalıymış. Gerekli yazışmalar yapılmış, gereği düşünülmüş. Sorumlu müdür ve müdür yardımcısı bir müddet sonra atanmış. Her şey mevzuat hazretlerine uygun devam etmiş gitmiş…             Hafta sonları, dini, milli bayram tatilleri, idari, yıllık izinler ve tabii ki; raporlar falan derken… Bizim bu sevimli işletmemizde yılın 160–170 günü ancak işe gidilirmiş. Tüm sosyal haklar, ikramiyeler, yardımlar, maaş zamları günü gününe ödenir, yerine getirilirmiş. Personel son derece mutlu ve huzurluymuş.             Gün gelmiş bu güzel ve üretken ülkede büyük bir ekonomik kriz çıkmış. Tabii bu durumda yurttaşlar fedakarlık yapmalıymış. Yurttaşların yanı sıra Devlet Baba da bir takım önlemler almalıymış. Gerekli yerlerde tasarrufa gitmeliymiş doğal olarak. Bu çerçevede bizim verimli işletmemizin de payına bir şeyler düşecekmiş elbette.             Gerekli görüşmeler, yazışmalar yapılmış ve sonunda, tasarruf tedbirleri gereğince; sadece bizim bekçi “işten” atılmış. Bir sonraki krize kadar her şey olduğu gibi devam etmiş gitmiş…             Uzak bir geçmişte olmuş gibi anlatılanlar, neredeyse yakın zamana kadar geçerliliğini korumuş bu ülkede.             Acaba böyle bir ülke size de  tanıdık geliyor mu? BEKİR ZORBA ( Levent Kırca’nın anısına. Daha önce yayımlanmış bir yazım)
Ekleme Tarihi: 14 Ekim 2015 - Çarşamba

Bekçinin Sonu

            Çok uzaklarda, dağların, denizlerin ötesinde bir ülke varmış. O ülke güzel mi güzel, doğa harikası bir yermiş. Öyle ki; dört mevsim birden yaşanırmış bu ülkede. Güzelliğinin, doğal zenginliğinin aksine, insanları az üretken, tembelleştirilmiş, suskun ve itaatkarlarmış. Çünkü aykırı düşünenler, haklarını arayanlar şiddetle cezalandırılır; dalkavuklar, uslu duranlar ödüllendirilirmiş. İnsanların dirliği, yaşam koşulları, Devlet Baba’nın “iki dudağı” arasındaymış.

            Ülkede piyasa koşulları pek işlemezmiş. Hemen her şey devletin tekelindeymiş. Rekabet koşulları, girişimcilik sınırlıymış. Devlet mutlak hakimmiş ekonomiye de…

            Devlet Baba; yurttaşlarını hem kollar, hem de ara ara “balans ayarı” yapar, onları hizaya çekermiş. Anlayacağınız tam Hulusi Kentmen gibi tatlı sertmiş bu baba…

            Yurttaşların tüm dertleri, istekleri, Devlet Baba tarafından çözümlenirmiş. İş isteyenler, evlenmek isteyenler, herkes O’na başvururmuş.

            Günlerden bir gün işsiz, garibanın biri geniş ve boş bir araziye göz-kulak olsun, bekçilik yapsın diye işe alınmış. Bekçi boş araziye gidip-gelmeye her ay düzenli olarak maaşını almaya başlamış. Fakat yaptığı fazla iş yokmuş. Gün boyu etrafta dolanıp dururmuş. Bir süre sonra bekçinin talimat almadan “işini” yapamayacağı düşünülmüş ve yapacaklarını planlamak onu sevk ve idare edebilmek için iki kişi daha işe alınmış.

            Bu arada üç kişilik personel için boş araziye küçük bir hizmet binası yapılmasına karar verilmiş. Ayrıca ulaşım için servis aracı, bir de şoför tahsis edilmiş. Aradan biraz zaman geçmiş herkes halinden memnunmuş. Ama “yukarıdan” işlerin doğru yapılıp yapılmadığını kontrol etmek için; iki denetmen görevlendirip iş başı yaptırılmış. Biri denetim yapmak, diğeri üst makama rapor yazmak için… Daha sonra “işletmeye” kantin yapılması, kantin görevlisi bir de çaycı almak gereği duyulmuş.

            Zamanla personelin maaşlarını hesaplamak, onlara ödeme yapabilmek üzere muhasebeci ve de istatistikçi alınmış. Elbette bu kadar insandan birileri sorumlu olmalıymış. Gerekli yazışmalar yapılmış, gereği düşünülmüş. Sorumlu müdür ve müdür yardımcısı bir müddet sonra atanmış. Her şey mevzuat hazretlerine uygun devam etmiş gitmiş…

            Hafta sonları, dini, milli bayram tatilleri, idari, yıllık izinler ve tabii ki; raporlar falan derken… Bizim bu sevimli işletmemizde yılın 160–170 günü ancak işe gidilirmiş. Tüm sosyal haklar, ikramiyeler, yardımlar, maaş zamları günü gününe ödenir, yerine getirilirmiş. Personel son derece mutlu ve huzurluymuş.

            Gün gelmiş bu güzel ve üretken ülkede büyük bir ekonomik kriz çıkmış. Tabii bu durumda yurttaşlar fedakarlık yapmalıymış. Yurttaşların yanı sıra Devlet Baba da bir takım önlemler almalıymış. Gerekli yerlerde tasarrufa gitmeliymiş doğal olarak. Bu çerçevede bizim verimli işletmemizin de payına bir şeyler düşecekmiş elbette.

            Gerekli görüşmeler, yazışmalar yapılmış ve sonunda, tasarruf tedbirleri gereğince; sadece bizim bekçi “işten” atılmış. Bir sonraki krize kadar her şey olduğu gibi devam etmiş gitmiş…

            Uzak bir geçmişte olmuş gibi anlatılanlar, neredeyse yakın zamana kadar geçerliliğini korumuş bu ülkede.

            Acaba böyle bir ülke size de  tanıdık geliyor mu?

BEKİR ZORBA

( Levent Kırca’nın anısına. Daha önce yayımlanmış bir yazım)

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.