Bekir Zorba
Köşe Yazarı
Bekir Zorba
 

Bir Hayat Memat Meselesi

“Su kabının, insan çevresinin şeklini alır”     Yaşadığımız dönem bir kargaşa dönemi. Gelinen noktada 20. yüzyıl değerler dizisiyle dünyayı yönetmek artık mümkün görünmüyor. Dünya kendisine yeni bir yön verecek, bir ayar çekecek. Hadiseler, oturacak yeni düzenin sancılarıdır. Şu an bir geçiş süreci yaşanıyor ve bu süreç çok krizli çok sancılı geçiyor. Etrafta istemediğiniz kadar ‘bilgi’ dolaşıyor. İnsan bilgi bombardımanını tasnif etmekte zorlanıyor. O bakımdan ülkeler ve kurumlar devasa bilgiyi işleyecek çözümleyicilere (analistler) ihtiyaç duyuyor.   Güvenlik meselesi öne çıkan bir konu. Güvenlik derken hemen her şeyin güvenliği ülke, birey, iş, sağlık, gıda… Her şey güvenliğe ihtiyaç duyuyor. Geleceğin nasıl şekilleneceği ve kargaşa döneminin nerede duracağı belli olmadığından, insanlar doğal olarak gergin bir bekleyiş içerisinde. Beslenme konusu hayati konuların başında gelir. İnsanın en temel iki içgüdüsünden biridir beslenme. İşte o noktada sıkıntılar yaşanıyor. Markette 50 bin çeşit ürünü görmeye alışık insanlar, sergilenen ürün çeşidinin sonsuza değin raflarda duracağını düşünmemeli.   Savaşlar, krizler, salgınlar, ekonomik zorluklar ve de iklim değişiklikleri gıda üretimini ve tedarik zincirini büyük oranda risk altında tutuyor.  Türkiye’de salgın sürecinde gıda ürünleri neredeyse yüzde yüze yakın oranda zamlandı. Gıda dendiğinde nedense genellikle yiyecekler  gelir akla . Oysa su da çok önemli bir gıdadır ve varlığı tehdit altındadır.       Yeryüzünün yüzde 74’ü sularla kaplı ama sadece yüzde 2.5’i tatlı su. Tatlı suyun ise yüzde 1.2’si yüzeyde bulunuyor. Yüzeydeki suyun da yüzde 21’i kullanılmakta. Bu rakamlara bakınca dünyanın tatlı su fakiri olduğu görülür. Hazırdaki tatlı suyun büyük miktarı da sulama amaçlı kullanıldığından, insanlara yetecek oranda su bulmak günden güne güçleşiyor. Tatlı su kaynakları iklimsel nedenlerle hızla tükeniyor. Bir kısmı da insan eliyle kirletiliyor ve kalitesi düşüyor.   ‘TRT Belgesel’deki ‘Su Savaşları’ programını kaçırmamaya çalışırım. İdealist iki Türk su uzmanı Afrika kıtasının çeşitli yerlerinde, içme suyuna erişim sağlayamamış insanlara yardım eli uzatıyor. Açtıkları kuyularla insanların dertlerini hafifletiyorlar. Yardım kuruluşları ve bağışçılar desteğiyle Türk uzmanlar, bugüne değin Afrika’da 25 binin üzerinde su kuyusu açmışlar.   Afrika’da insanlar içme suyu bulamazken, kuzey yarım küredekiler ise su müsrifi. Toplumu bilinçli su tüketimi konusunda bilinçlendirme amaçlı çalışmalar, kampanyalar var. Çalışmalardan bir tanesi de günde 25 litre su ile yetinmeyi öneren yarışma türünde bir program. 25 lt. su tabii ki dünyanın birçok bölgesinde insanların erişemeyeceği kadar çok ama bizim buralarda 25 lt. ile günü kotarmanın zorlukları o programda bir bir açığa çıktı. Öyle ki birçok katılımcı duş, bulaşık, içme suyu olarak 25 lt ile günün sonunu getiremedi.   Bilim insanları su endeksi diye bir ölçü ortaya atmışlar. Ölçüde 100 rakamı baz alınmış. Yüzün altı su stres seviyesine işaret ediyor. Yüz üzeri ise sorun olmadığını gösteriyor. İşte bu ölçüme göre, Türkiye’nin puanı 85 çıkmış. Oysa küçüklüğümüzden bu yana biz Türkiye’yi su cenneti bilirdik. Kuruyan göller, çekilen sular, azalan yağışlar ile su tresi yaşayan ülke durumuna gerilemişiz.   Bir de insanların bıraktığı ‘su ayak izi’ var ve bu ayak izi de kişinin yaşadığı şehre ve su tüketim ilişkisine göre ölçülebiliyor. Duşta geçirilen süre, diş fırçalarken açık bırakılan musluk, çamaşırı ve bulaşığı makinada mı elde mi yıkadığınıza göre bir tablo oluşuyor. Genellikle su savurganı çıkıyor insanlar. Bulaşık makinasında 7-9 lt. su tüketimi, aynı bulaşık elde yıkandığında bunun on katına yükseliyor. Alman atasözünde ‘elektrik prizden gelmez’ denir. Sözü suya uyarladığınızda pekala ‘su musluktan gelmez’ denebilir. Evinize ulaşan her konforun zorlu arka plan süreçleri vardır.    Ta 1978’de Birleşmiş Milletler bir rapor hazırlıyor. Orada ‘2025 yılı ve sonrasında Türkiye’nin komşuları ile su yüzünden savaşma ihtimali yüzde 90 seviyesindedir’ diye rapor ediliyor. 1987 yılında bu raporu Uğur Mumcu tekrar gündeme taşıyor. 2011 ve 2016 yıllarında Irak ve Suriye Türkiye’yi azalan nehir suları nedeniyle uluslar arası kurumlara şikayet ediyor.   Anlaşılan ülkeler ve insanlar bundan böyle birçok cephede birden mücadele vermek zorunda kalacaklar.
Ekleme Tarihi: 09 Kasım 2020 - Pazartesi

Bir Hayat Memat Meselesi

“Su kabının, insan çevresinin şeklini alır”

 

  Yaşadığımız dönem bir kargaşa dönemi. Gelinen noktada 20. yüzyıl değerler dizisiyle dünyayı yönetmek artık mümkün görünmüyor. Dünya kendisine yeni bir yön verecek, bir ayar çekecek. Hadiseler, oturacak yeni düzenin sancılarıdır. Şu an bir geçiş süreci yaşanıyor ve bu süreç çok krizli çok sancılı geçiyor. Etrafta istemediğiniz kadar ‘bilgi’ dolaşıyor. İnsan bilgi bombardımanını tasnif etmekte zorlanıyor. O bakımdan ülkeler ve kurumlar devasa bilgiyi işleyecek çözümleyicilere (analistler) ihtiyaç duyuyor.

  Güvenlik meselesi öne çıkan bir konu. Güvenlik derken hemen her şeyin güvenliği ülke, birey, iş, sağlık, gıda… Her şey güvenliğe ihtiyaç duyuyor. Geleceğin nasıl şekilleneceği ve kargaşa döneminin nerede duracağı belli olmadığından, insanlar doğal olarak gergin bir bekleyiş içerisinde. Beslenme konusu hayati konuların başında gelir. İnsanın en temel iki içgüdüsünden biridir beslenme. İşte o noktada sıkıntılar yaşanıyor. Markette 50 bin çeşit ürünü görmeye alışık insanlar, sergilenen ürün çeşidinin sonsuza değin raflarda duracağını düşünmemeli.

  Savaşlar, krizler, salgınlar, ekonomik zorluklar ve de iklim değişiklikleri gıda üretimini ve tedarik zincirini büyük oranda risk altında tutuyor.  Türkiye’de salgın sürecinde gıda ürünleri neredeyse yüzde yüze yakın oranda zamlandı. Gıda dendiğinde nedense genellikle yiyecekler  gelir akla . Oysa su da çok önemli bir gıdadır ve varlığı tehdit altındadır.    

  Yeryüzünün yüzde 74’ü sularla kaplı ama sadece yüzde 2.5’i tatlı su. Tatlı suyun ise yüzde 1.2’si yüzeyde bulunuyor. Yüzeydeki suyun da yüzde 21’i kullanılmakta. Bu rakamlara bakınca dünyanın tatlı su fakiri olduğu görülür. Hazırdaki tatlı suyun büyük miktarı da sulama amaçlı kullanıldığından, insanlara yetecek oranda su bulmak günden güne güçleşiyor. Tatlı su kaynakları iklimsel nedenlerle hızla tükeniyor. Bir kısmı da insan eliyle kirletiliyor ve kalitesi düşüyor.

  ‘TRT Belgesel’deki ‘Su Savaşları’ programını kaçırmamaya çalışırım. İdealist iki Türk su uzmanı Afrika kıtasının çeşitli yerlerinde, içme suyuna erişim sağlayamamış insanlara yardım eli uzatıyor. Açtıkları kuyularla insanların dertlerini hafifletiyorlar. Yardım kuruluşları ve bağışçılar desteğiyle Türk uzmanlar, bugüne değin Afrika’da 25 binin üzerinde su kuyusu açmışlar.

  Afrika’da insanlar içme suyu bulamazken, kuzey yarım küredekiler ise su müsrifi. Toplumu bilinçli su tüketimi konusunda bilinçlendirme amaçlı çalışmalar, kampanyalar var. Çalışmalardan bir tanesi de günde 25 litre su ile yetinmeyi öneren yarışma türünde bir program. 25 lt. su tabii ki dünyanın birçok bölgesinde insanların erişemeyeceği kadar çok ama bizim buralarda 25 lt. ile günü kotarmanın zorlukları o programda bir bir açığa çıktı. Öyle ki birçok katılımcı duş, bulaşık, içme suyu olarak 25 lt ile günün sonunu getiremedi.

  Bilim insanları su endeksi diye bir ölçü ortaya atmışlar. Ölçüde 100 rakamı baz alınmış. Yüzün altı su stres seviyesine işaret ediyor. Yüz üzeri ise sorun olmadığını gösteriyor. İşte bu ölçüme göre, Türkiye’nin puanı 85 çıkmış. Oysa küçüklüğümüzden bu yana biz Türkiye’yi su cenneti bilirdik. Kuruyan göller, çekilen sular, azalan yağışlar ile su tresi yaşayan ülke durumuna gerilemişiz.

  Bir de insanların bıraktığı ‘su ayak izi’ var ve bu ayak izi de kişinin yaşadığı şehre ve su tüketim ilişkisine göre ölçülebiliyor. Duşta geçirilen süre, diş fırçalarken açık bırakılan musluk, çamaşırı ve bulaşığı makinada mı elde mi yıkadığınıza göre bir tablo oluşuyor. Genellikle su savurganı çıkıyor insanlar. Bulaşık makinasında 7-9 lt. su tüketimi, aynı bulaşık elde yıkandığında bunun on katına yükseliyor. Alman atasözünde ‘elektrik prizden gelmez’ denir. Sözü suya uyarladığınızda pekala ‘su musluktan gelmez’ denebilir. Evinize ulaşan her konforun zorlu arka plan süreçleri vardır. 

  Ta 1978’de Birleşmiş Milletler bir rapor hazırlıyor. Orada ‘2025 yılı ve sonrasında Türkiye’nin komşuları ile su yüzünden savaşma ihtimali yüzde 90 seviyesindedir’ diye rapor ediliyor. 1987 yılında bu raporu Uğur Mumcu tekrar gündeme taşıyor. 2011 ve 2016 yıllarında Irak ve Suriye Türkiye’yi azalan nehir suları nedeniyle uluslar arası kurumlara şikayet ediyor.

  Anlaşılan ülkeler ve insanlar bundan böyle birçok cephede birden mücadele vermek zorunda kalacaklar.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.