Bekir Zorba
Köşe Yazarı
Bekir Zorba
 

Değişime Direnmek

“ Hiç kimse değişime karşı değildir; yeter ki ucu kendisine dokunmasın.”                 Tanığı olduğum için biliyorum. Gülek Boğazı – Pozantı arası, Toros Dağı geçidi 14 km’lik otoyol, yirmi yılda ancak bitirilebilmişti. Eskiden bunun gibi tüm kamu yatırımları uzun yıllar içerisinde ancak tamamlanırdı.             İnşaatlar; yeni koalisyon hükümetinin kurulmasını, yeni pazarlıkları, yeni bakanlık paylaşımlarını, yeni koalisyon bakanının atanmasını, yeni koalisyon bakanının müteahhitlerini, yeni ödenekleri bekler dururdu. Böylece aylar yılları kovalardı… Bekletilen sadece yatırımlar değil, bu ülkenin geleceği, zenginliğiydi aslında.             Devlet imkanlarını üleşenler için bu durum son derece normaldi. Kendilerine devlet malını hak, vatandaşı ise hizmetçi görmüşlerdi. Vatandaş sürekli azar işitir, zaman zaman düdük çalar hizaya çekilirdi.             Soğuksavaş döneminin ‘ileri karakol’ ülkesi Türkiye; yıllarını savaş psikolojisi içinde, iç ve dış tehdit varsayımları üzerine kurarak geçirdi. Tüm yapılanmalarını ve dikkatini onun üzerine bina etti. Duvarlar yıkılıp, dünya çift kutupluluktan, çok kutupluluğa geçince ancak anlayabildik. ‘Kral çıplaktı’ ve yama dikiş tutmuyordu. Geçiş süreci sancılı olacaktı. Geçmişle, hatalarla yüzleşmek öyle kolay olmayacaktı.             İmtiyazlı bürokrat-siyasetçi-işadamı üçgeni, edindiklerinden alışkanlıklarından, avantalarından, dokunulmazlıklarından hemen vazgeçmeyeceklerdi. Elbette ‘vuruşarak çekileceklerdi’. Eski Türkiye’nin köhne kurumları ve sistemden nemalananlar ayak diremeye devam ediyorlar.             Yeni dünya düzeni, teknolojik ilerleme, etkili ve yaygın iletişim ağı birçok şeyi bize dayatıyor. Kendisini yenileyemeyen ülkeler, kurumlar, şirketler yok olmaya mahkum kalıyor. Süratli hareket etmek, çağa uymak, yeni metotlar geliştirmek gerekiyor ve bütün bunlar maalesef, gerektiğinde güç kullanılarak, haksız rekabete girilerek, gergin politikalar izlenerek yapılıyor.              20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, özellikle AB bayraktarlığında gündeme yerleşen insan hakları, ileri demokrasi ve çok kültürlü yaşam modelleri; ekonomik krizlere, güvenlik kaygılarına, mülteci akınlarına, yükselen milliyetçi söylemlere yenik düşerek yerini; daha çok kendi sınırlarına kapanan, milli ve gelenekçi politikaları gözeten, ekonomiye öncelik veren bir konuma doğru eviriliyor. Ve bu kervana Türkiye dahil birçok ülke katılıyor.              Geçenlerde açıklanan uluslararası bir araştırma sonucu; Türkiye’yi 2030 yılında, dünya ekonomik sıralamada 12. basamakta gösteriyor. Ulusal bütünlüğünü ve istikrarını koruyan, gerekli reformları gerçekleştiren bir Türkiye bunu başaracak güçtedir.             Biz Türkler durağanlığa, tabularla yaşamaya alışık milletiz; hızlı değişim ve dönüşüm süreçlerine biraz mesafeli yaklaşıyoruz. İlerlemelere içten-içe sevinir, heyecanlanırken… Acaba’larımız da olmuyor değil. Bu hız korkutuyor; hemen adapte olamıyoruz.             Eski sistemin bu kadar çürüdüğünü ve ülkenin önünü tıkadığı gerçeğini, herkesin aynı oranda idrak etmesi beklenemez. Zamandan ve kalifiye insan potansiyelinden çok kaybettik. Son yıllarda yapılan iyi şeylere baktıkça; kaybedilen onlarca yılda, nelerin yapılabileceğine ve yapılmadığına, yapılamadığına şaşıyorum doğrusu.                       Farklı siyasi kaygılarla yaklaşılsa da herkesin ortak noktası ‘mevcut düzenin’ değiştirilmesi gerektiğiydi. Ancak buna cesaret edebilen, o siyasi gücü bulabilen bu güne kadar çıkmadı.          Türkiye’yi yönetenlerin samimiyetine inanmak istiyorum. Gerçekleştirilenlerin bizim inisiyatifimiz dahilinde olduğuna; iç ve dış politikalar uygulanırken ulusal çıkarların gözetildiğine, maceraya atılmayacağımıza inanmak istiyorum.        Kritik noktadayız. Zemin kaygan, ortam kırılgan. Hem içte hem dışta çember daralıyor. Kriz katsayıları artıyor. Ülke olarak tüm değişimlerin, kriz bölgelerinin göbeğinde bulunuyoruz. Son bir aydaki yabancı konuk trafiği, bunu doğrular nitelikte.        Sürekli ötelenmiş, hep ‘halının altına süpürülmüş’ sorunlarımızla, mutlaka yüzleşmeliyiz. İşleyen, hızlı hareket eden, prangalardan kurtulmuş bir sistem oluşturmalıyız.        Türk milletine güveniyorum, ısrarla güvenmek istiyorum.  
Ekleme Tarihi: 15 Şubat 2017 - Çarşamba

Değişime Direnmek

“ Hiç kimse değişime karşı değildir; yeter ki ucu kendisine dokunmasın.”

 

 

            Tanığı olduğum için biliyorum. Gülek Boğazı – Pozantı arası, Toros Dağı geçidi 14 km’lik otoyol, yirmi yılda ancak bitirilebilmişti. Eskiden bunun gibi tüm kamu yatırımları uzun yıllar içerisinde ancak tamamlanırdı.

            İnşaatlar; yeni koalisyon hükümetinin kurulmasını, yeni pazarlıkları, yeni bakanlık paylaşımlarını, yeni koalisyon bakanının atanmasını, yeni koalisyon bakanının müteahhitlerini, yeni ödenekleri bekler dururdu. Böylece aylar yılları kovalardı… Bekletilen sadece yatırımlar değil, bu ülkenin geleceği, zenginliğiydi aslında.

            Devlet imkanlarını üleşenler için bu durum son derece normaldi. Kendilerine devlet malını hak, vatandaşı ise hizmetçi görmüşlerdi. Vatandaş sürekli azar işitir, zaman zaman düdük çalar hizaya çekilirdi.

            Soğuksavaş döneminin ‘ileri karakol’ ülkesi Türkiye; yıllarını savaş psikolojisi içinde, iç ve dış tehdit varsayımları üzerine kurarak geçirdi. Tüm yapılanmalarını ve dikkatini onun üzerine bina etti. Duvarlar yıkılıp, dünya çift kutupluluktan, çok kutupluluğa geçince ancak anlayabildik. ‘Kral çıplaktı’ ve yama dikiş tutmuyordu. Geçiş süreci sancılı olacaktı. Geçmişle, hatalarla yüzleşmek öyle kolay olmayacaktı.

            İmtiyazlı bürokrat-siyasetçi-işadamı üçgeni, edindiklerinden alışkanlıklarından, avantalarından, dokunulmazlıklarından hemen vazgeçmeyeceklerdi. Elbette ‘vuruşarak çekileceklerdi’. Eski Türkiye’nin köhne kurumları ve sistemden nemalananlar ayak diremeye devam ediyorlar.

            Yeni dünya düzeni, teknolojik ilerleme, etkili ve yaygın iletişim ağı birçok şeyi bize dayatıyor. Kendisini yenileyemeyen ülkeler, kurumlar, şirketler yok olmaya mahkum kalıyor. Süratli hareket etmek, çağa uymak, yeni metotlar geliştirmek gerekiyor ve bütün bunlar maalesef, gerektiğinde güç kullanılarak, haksız rekabete girilerek, gergin politikalar izlenerek yapılıyor.

             20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, özellikle AB bayraktarlığında gündeme yerleşen insan hakları, ileri demokrasi ve çok kültürlü yaşam modelleri; ekonomik krizlere, güvenlik kaygılarına, mülteci akınlarına, yükselen milliyetçi söylemlere yenik düşerek yerini; daha çok kendi sınırlarına kapanan, milli ve gelenekçi politikaları gözeten, ekonomiye öncelik veren bir konuma doğru eviriliyor. Ve bu kervana Türkiye dahil birçok ülke katılıyor.

             Geçenlerde açıklanan uluslararası bir araştırma sonucu; Türkiye’yi 2030 yılında, dünya ekonomik sıralamada 12. basamakta gösteriyor. Ulusal bütünlüğünü ve istikrarını koruyan, gerekli reformları gerçekleştiren bir Türkiye bunu başaracak güçtedir.

            Biz Türkler durağanlığa, tabularla yaşamaya alışık milletiz; hızlı değişim ve dönüşüm süreçlerine biraz mesafeli yaklaşıyoruz. İlerlemelere içten-içe sevinir, heyecanlanırken… Acaba’larımız da olmuyor değil. Bu hız korkutuyor; hemen adapte olamıyoruz.

            Eski sistemin bu kadar çürüdüğünü ve ülkenin önünü tıkadığı gerçeğini, herkesin aynı oranda idrak etmesi beklenemez. Zamandan ve kalifiye insan potansiyelinden çok kaybettik. Son yıllarda yapılan iyi şeylere baktıkça; kaybedilen onlarca yılda, nelerin yapılabileceğine ve yapılmadığına, yapılamadığına şaşıyorum doğrusu.            

          Farklı siyasi kaygılarla yaklaşılsa da herkesin ortak noktası ‘mevcut düzenin’ değiştirilmesi gerektiğiydi. Ancak buna cesaret edebilen, o siyasi gücü bulabilen bu güne kadar çıkmadı.

         Türkiye’yi yönetenlerin samimiyetine inanmak istiyorum. Gerçekleştirilenlerin bizim inisiyatifimiz dahilinde olduğuna; iç ve dış politikalar uygulanırken ulusal çıkarların gözetildiğine, maceraya atılmayacağımıza inanmak istiyorum.

       Kritik noktadayız. Zemin kaygan, ortam kırılgan. Hem içte hem dışta çember daralıyor. Kriz katsayıları artıyor. Ülke olarak tüm değişimlerin, kriz bölgelerinin göbeğinde bulunuyoruz. Son bir aydaki yabancı konuk trafiği, bunu doğrular nitelikte.

       Sürekli ötelenmiş, hep ‘halının altına süpürülmüş’ sorunlarımızla, mutlaka yüzleşmeliyiz. İşleyen, hızlı hareket eden, prangalardan kurtulmuş bir sistem oluşturmalıyız.

       Türk milletine güveniyorum, ısrarla güvenmek istiyorum.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.