Bekir Zorba
Köşe Yazarı
Bekir Zorba
 

Kız Ülke

“ Bir devletin politikası, coğrafyasında saklıdır”     Küçükken, köyde büyüklerimizden ‘kız ülke’ tabirini sık duyardım. Doğrusu tuhafıma giderdi ‘kız ülke de ne demekse’ diye. Epey sonra öğrendim. Bu söz hiç savaşa girmemiş İsviçre için denirmiş. Kız ülke İsviçre. Halkın yakıştırmaları bazen ciltlerce kalın eserden öğreticidir. O bakımdan atasözlerini de çok önemserim. Damıtıla damıtıla gelmiştir çünkü. Ataerkil toplum Türk milleti kime ne diyeceğini iyi bilir.   Günümüzde hızlı bir değişim dönüşüm içindeyiz. Öyle ki bu sürecin nerede duracağı henüz belli değil. Şu an dünyadaki güçlülerin açık ve gizli mücadelesine tanıklık ediyoruz. İnsanlık dinamik bir yapıdadır ve sürekli değişim halindedir. Algılar, sistemler, ideolojiler, dengeler, kavramlar…Hep değişkendir. Döneme göre öne çıkanlar ya da geri planda kalanlar vardır. Dünya tarihine baktığınızda, sosyolojide sürekli gündemde kalan ve mutlak doğru kabul hemen hiçbir şey yoktur.   Soğuk savaş süresince uluslar arası örgütler, insan hakları ve demokrasi gibi kurumlar, olgular öne çıktı. İnsanlık peş peşe (yirmi beş yıl aralıkla) yaşadığı iki büyük dünya savaşının yaralarını sarmak ve daha iyi bir geleceğe yelken açmak istiyordu. Son dünya savaşının kazanan iki ülkesi ( ABD-SSCB) kendi uydu ve müttefik devletleri ile iki sistemli bir dünya düzeni kurdular. ‘Sosyalist ülkeler’ içlerine kapanıp, kendilerince kapalı bir ekonomi ve işbirliği modeli geliştirirken, Batı dünyası ABD liderliğinde, ekonomik avantajlarını da kullanarak daha atak, rekabetçi ve yayılmacı bir politika sergiledi. Batı bunu ‘demokrasi ambalajında’ sunmak gibi geçerli bir yöntem de izledi.   Batı sistemi içerisinde yer almayı tercih eden Türkiye, onların sistemini benimsemeyi seçti. Yarım yüz yıl boyunca Batı bloğu Türkiye’ye daha çok, kendi güvenliğini sağlama yönünden yaklaştı. Ülkemiz ‘Sovyet tehdidine’ karşı anti- komünist ileri karakol misyonu üstlendi. Bu görevde hayli başarılı olduğumuz söylenebilir. Ancak Türkiye ne ekonomik ne de demokratik bakımdan, Batı seviyesine bir türlü ulaşamadı. Örneğin, onca çabaya rağmen AB’ye ucuz bahanelerle kabul edilmedi.   Soğuk savaşın bitimiyle dünya iki kutupluluktan, ABD önderliğindeki Batı hegemonyası altına girdi. ABD büyük iştahla, dünyanın geri kalanına ama özellikle de İslam coğrafyası üzerine çullandı. Vahşi kapitalizm her açıdan tüm kötü huylarını uyguladı... İnsanlık demokrasi, insan hakları gibi konuların birer aldatmaca ve oyalama aracı olduğunu anladı. Koskoca dünya kurumları, yine onların güdümünde bir baskı ve kontrol vazifesi görüyordu.   2000’li yıllardan sonra Türkiye, Batı’nın gerçek (oyalayan, istikrarsızlaştıran) yüzünü iyice görmeye başladı. Avrasya bölgesi Çin liderliğinde yükselişe geçti. Türkiye başta savunma sanayi olmak üzere birçok sektörde, kendi göbeğini kendi kesmesi gerektiğini, acı deneyimler sonucu öğrendi. Bulunduğumuz bölge krizlerle, terörle, savaşlarla sarsıldı. Bu bol krizli yeni dönem başka parametreler, ittifaklar ve hızlı kararlar alan bir sistemi de içine alan yeni şeyler talep ediyordu. Ülkelerin gelişmişliği artık demokrasi ve daha fazla özgürlükler yerine, istihbarat, ordu, nüfus, ekonomi ve teknoloji gücü ile ölçülüyordu.   Türkiye tüm bunları görerek, ordusunu, istihbaratını, yönetim modelini yeniden dizayn etti. Kurtlar sofrasında ancak bu şekilde var olabilecekti. Kabul etmek gerekirse bu yöntem kısmen otoriterleşmeyi de beraberinde getiriyordu. Terör ile mücadele, ülke dışı askeri operasyonlar, virüs salgınındaki önlemler hızlı ve sert kararlar almayı gerektiriyordu. Dünya genelinde oluşan istikrarsızlık, salgın ve yaklaşan büyük savaş tehlikesi de bu süreci destekler nitelikteydi. Ayrıca Doğu Akdeniz’de bulunan devasa enerji rezervi, ülkemizin uzun müddet daha teyakkuz halinde bulunmasını zorunlu kılıyordu.   Türkiye gelecekte de kriz ve enerji bölgelerine yakınlığı ve benzersiz coğrafi konumu nedeniyle, sürekli beka mücadelesi vermek zorunda kalacak. Kaldı ki ülkemizin tarihten gelen sorumlulukları, onu önce bölgesinde lider, sonra küresel bir aktör olmaya doğru zorlamaktadır. Türkiye istese de bundan kaçamaz. İsviçre gibi bir ülke olma lüksümüz(!) bulunmamaktadır. ‘Bir devletin politikası, coğrafyasında saklıdır.’                  
Ekleme Tarihi: 27 Haziran 2020 - Cumartesi

Kız Ülke

“ Bir devletin politikası, coğrafyasında saklıdır”

 

  Küçükken, köyde büyüklerimizden ‘kız ülke’ tabirini sık duyardım. Doğrusu tuhafıma giderdi ‘kız ülke de ne demekse’ diye. Epey sonra öğrendim. Bu söz hiç savaşa girmemiş İsviçre için denirmiş. Kız ülke İsviçre. Halkın yakıştırmaları bazen ciltlerce kalın eserden öğreticidir. O bakımdan atasözlerini de çok önemserim. Damıtıla damıtıla gelmiştir çünkü. Ataerkil toplum Türk milleti kime ne diyeceğini iyi bilir.

  Günümüzde hızlı bir değişim dönüşüm içindeyiz. Öyle ki bu sürecin nerede duracağı henüz belli değil. Şu an dünyadaki güçlülerin açık ve gizli mücadelesine tanıklık ediyoruz. İnsanlık dinamik bir yapıdadır ve sürekli değişim halindedir. Algılar, sistemler, ideolojiler, dengeler, kavramlar…Hep değişkendir. Döneme göre öne çıkanlar ya da geri planda kalanlar vardır. Dünya tarihine baktığınızda, sosyolojide sürekli gündemde kalan ve mutlak doğru kabul hemen hiçbir şey yoktur.

  Soğuk savaş süresince uluslar arası örgütler, insan hakları ve demokrasi gibi kurumlar, olgular öne çıktı. İnsanlık peş peşe (yirmi beş yıl aralıkla) yaşadığı iki büyük dünya savaşının yaralarını sarmak ve daha iyi bir geleceğe yelken açmak istiyordu. Son dünya savaşının kazanan iki ülkesi ( ABD-SSCB) kendi uydu ve müttefik devletleri ile iki sistemli bir dünya düzeni kurdular. ‘Sosyalist ülkeler’ içlerine kapanıp, kendilerince kapalı bir ekonomi ve işbirliği modeli geliştirirken, Batı dünyası ABD liderliğinde, ekonomik avantajlarını da kullanarak daha atak, rekabetçi ve yayılmacı bir politika sergiledi. Batı bunu ‘demokrasi ambalajında’ sunmak gibi geçerli bir yöntem de izledi.

  Batı sistemi içerisinde yer almayı tercih eden Türkiye, onların sistemini benimsemeyi seçti. Yarım yüz yıl boyunca Batı bloğu Türkiye’ye daha çok, kendi güvenliğini sağlama yönünden yaklaştı. Ülkemiz ‘Sovyet tehdidine’ karşı anti- komünist ileri karakol misyonu üstlendi. Bu görevde hayli başarılı olduğumuz söylenebilir. Ancak Türkiye ne ekonomik ne de demokratik bakımdan, Batı seviyesine bir türlü ulaşamadı. Örneğin, onca çabaya rağmen AB’ye ucuz bahanelerle kabul edilmedi.

  Soğuk savaşın bitimiyle dünya iki kutupluluktan, ABD önderliğindeki Batı hegemonyası altına girdi. ABD büyük iştahla, dünyanın geri kalanına ama özellikle de İslam coğrafyası üzerine çullandı. Vahşi kapitalizm her açıdan tüm kötü huylarını uyguladı... İnsanlık demokrasi, insan hakları gibi konuların birer aldatmaca ve oyalama aracı olduğunu anladı. Koskoca dünya kurumları, yine onların güdümünde bir baskı ve kontrol vazifesi görüyordu.

  2000’li yıllardan sonra Türkiye, Batı’nın gerçek (oyalayan, istikrarsızlaştıran) yüzünü iyice görmeye başladı. Avrasya bölgesi Çin liderliğinde yükselişe geçti. Türkiye başta savunma sanayi olmak üzere birçok sektörde, kendi göbeğini kendi kesmesi gerektiğini, acı deneyimler sonucu öğrendi. Bulunduğumuz bölge krizlerle, terörle, savaşlarla sarsıldı. Bu bol krizli yeni dönem başka parametreler, ittifaklar ve hızlı kararlar alan bir sistemi de içine alan yeni şeyler talep ediyordu. Ülkelerin gelişmişliği artık demokrasi ve daha fazla özgürlükler yerine, istihbarat, ordu, nüfus, ekonomi ve teknoloji gücü ile ölçülüyordu.

  Türkiye tüm bunları görerek, ordusunu, istihbaratını, yönetim modelini yeniden dizayn etti. Kurtlar sofrasında ancak bu şekilde var olabilecekti. Kabul etmek gerekirse bu yöntem kısmen otoriterleşmeyi de beraberinde getiriyordu. Terör ile mücadele, ülke dışı askeri operasyonlar, virüs salgınındaki önlemler hızlı ve sert kararlar almayı gerektiriyordu. Dünya genelinde oluşan istikrarsızlık, salgın ve yaklaşan büyük savaş tehlikesi de bu süreci destekler nitelikteydi. Ayrıca Doğu Akdeniz’de bulunan devasa enerji rezervi, ülkemizin uzun müddet daha teyakkuz halinde bulunmasını zorunlu kılıyordu.

  Türkiye gelecekte de kriz ve enerji bölgelerine yakınlığı ve benzersiz coğrafi konumu nedeniyle, sürekli beka mücadelesi vermek zorunda kalacak. Kaldı ki ülkemizin tarihten gelen sorumlulukları, onu önce bölgesinde lider, sonra küresel bir aktör olmaya doğru zorlamaktadır. Türkiye istese de bundan kaçamaz. İsviçre gibi bir ülke olma lüksümüz(!) bulunmamaktadır. ‘Bir devletin politikası, coğrafyasında saklıdır.’   

 

        

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.