Bekir Zorba
Köşe Yazarı
Bekir Zorba
 

Modernleşme Sancıları

Modernleşme süreci, çabası devam ediyor… Her ne kadar Cumhuriyetin ilanı yaygın olarak, modernleşmenin miladı diye gösterilse de bilenler bilir. Tarihi; daha eskilere Osmanlı döneminden başlatmak gerekir. Söz konusu olan iki yüz yıllık bir süreçtir ve hep inişli çıkışlıdır.             Sanayileşme, kentleşme, demokratikleşme, kapitalist yaşam biçimi diye kabaca sıralanabilir modernleşmeden anladıklarımız. Batı’daki gibi kurumsallaşma, sosyal adalet ve hukuk düzeni tam oturmadığından; bizimki daha ziyade taklitçi ve alaturka bir yapıda. Uygulamada ise mehter takımı gibi iki ileri bir geri. Tam olarak ne Batı’dan ne de Doğu’dan yeterli taktir alıyoruz. Avrupalılara göre şarklı, Müslüman Dünyası’na göre kendi kültürüne, dinine yabancılaşmış vaziyetteyiz. Belki de coğrafi konumumuzun bize dayattığı “oyundur” bir yere ait olamama duygusu.             Sadece Batılı yaşam standardını ve tüketim alışkanlıklarını istemek yeterli olmuyor. Batılı gibi yaşamanın getirdiği külfetleri göğüslemek; o uğurda altüst oluşlar yaşamak, bedeller ödemek zorundayız. Dünyevileşme, ahlak erozyonu, akrabalık ve aile bağlarının zayıflaması, bireyselleşme, yalnızlık gibi kavramlar bedel olarak önümüze geliyor ve bunlarla baş etmek gerekiyor.             Günümüz yoğun nüfuslu ve sosyal hareketliliği yüksek seyreden şehirlerinde gittikçe azalan komşuluk ve dostluk ilişkileri, yerini resmi soğuk ve çıkarcı ilişkilere bıraktıkça, yalnızlık algısı daha da artıyor. Büyük bir işyerinde yüzlerce çalışanın arasında yaşanan rekabet ve hakim olan bencillik insanları bireyselleştiriyor. Onlarca dairesi olan bir apartmanda, yan dairedeki komşusunu bile tanımayışı ve böyle bir ortamda kimsesiz yaşlıların vefatından günlerce sonra haberdar olunması ise egoizmin, duyarsızlaşmanın içler acısı halini gösteriyor. Yemeği tek başına yemek, evi her gün anahtarla açmak, bayramlarda kapının bir kez olsun çalmaması, bazen de telefondaki yanlış numarayla aranmaktır yalnızlık.             Büyük şehirlerin kaldırımlarında, yüksek ökçeli ayakkabılarıyla, mini etekler giymiş halde, müşteri arayan hayat kadınları, dağılan aileler, artan suç oranları, madde bağımlılığı, şiddetin ve hoşgörüsüzlüğün her türlüsü ve yozlaşan değerler olarak tezahür ediyor bizim batılılaşma ve modernleşme sürecimiz…             80’li yıllarda Berlin caddelerinde gördüklerim beni oldukça şaşırtmıştı. Böyle manzaralarla, Türkiye’de karşılaşmak, imkansızdan öte bir şeydi. Ama o günlerin gelmesi için aradan bir otuz senenin geçmesi gerekecekti. Batı’nın sorunlarıyla biz de tanışacak ve imkansız olan gerçekleşiverecekti.             Batı’nın uzun yıllar boyu sindire sindire kat ettiği yolu; biz daha kısa sürede ve daha sancılı yaşamak durumundayız.             Bunları yazarken o karga fıkrası aklıma geldi. Karga günün birinde bülbül gibi ötmek istemiş. Başlamış başarısız denemelere fakat ne yaptıysa bir türlü bülbül gibi ötememiş. Aradan biraz zaman geçmiş. Karga denemiş, denemiş bakmış ki olmuyor. “En iyisi ben yine kendim olayım, kargalığa devam edeyim” demiş. Ama nafile, karga tekrar karga gibi ötmeyi becerememiş, tuhaf sesler çıkartır olmuş. Anlayacağınız karga, ne bülbül ne de kargaymış artık.             Efendim; Ramazan Ayı’nda biraz özeleştiri iyi gelebilir belki, diye düşündüm. Ne dersiniz?
Ekleme Tarihi: 24 Temmuz 2014 - Perşembe

Modernleşme Sancıları

Modernleşme süreci, çabası devam ediyor… Her ne kadar Cumhuriyetin ilanı yaygın olarak, modernleşmenin miladı diye gösterilse de bilenler bilir. Tarihi; daha eskilere Osmanlı döneminden başlatmak gerekir. Söz konusu olan iki yüz yıllık bir süreçtir ve hep inişli çıkışlıdır.

            Sanayileşme, kentleşme, demokratikleşme, kapitalist yaşam biçimi diye kabaca sıralanabilir modernleşmeden anladıklarımız. Batı’daki gibi kurumsallaşma, sosyal adalet ve hukuk düzeni tam oturmadığından; bizimki daha ziyade taklitçi ve alaturka bir yapıda. Uygulamada ise mehter takımı gibi iki ileri bir geri. Tam olarak ne Batı’dan ne de Doğu’dan yeterli taktir alıyoruz. Avrupalılara göre şarklı, Müslüman Dünyası’na göre kendi kültürüne, dinine yabancılaşmış vaziyetteyiz. Belki de coğrafi konumumuzun bize dayattığı “oyundur” bir yere ait olamama duygusu.

            Sadece Batılı yaşam standardını ve tüketim alışkanlıklarını istemek yeterli olmuyor. Batılı gibi yaşamanın getirdiği külfetleri göğüslemek; o uğurda altüst oluşlar yaşamak, bedeller ödemek zorundayız. Dünyevileşme, ahlak erozyonu, akrabalık ve aile bağlarının zayıflaması, bireyselleşme, yalnızlık gibi kavramlar bedel olarak önümüze geliyor ve bunlarla baş etmek gerekiyor.

            Günümüz yoğun nüfuslu ve sosyal hareketliliği yüksek seyreden şehirlerinde gittikçe azalan komşuluk ve dostluk ilişkileri, yerini resmi soğuk ve çıkarcı ilişkilere bıraktıkça, yalnızlık algısı daha da artıyor. Büyük bir işyerinde yüzlerce çalışanın arasında yaşanan rekabet ve hakim olan bencillik insanları bireyselleştiriyor. Onlarca dairesi olan bir apartmanda, yan dairedeki komşusunu bile tanımayışı ve böyle bir ortamda kimsesiz yaşlıların vefatından günlerce sonra haberdar olunması ise egoizmin, duyarsızlaşmanın içler acısı halini gösteriyor. Yemeği tek başına yemek, evi her gün anahtarla açmak, bayramlarda kapının bir kez olsun çalmaması, bazen de telefondaki yanlış numarayla aranmaktır yalnızlık.

            Büyük şehirlerin kaldırımlarında, yüksek ökçeli ayakkabılarıyla, mini etekler giymiş halde, müşteri arayan hayat kadınları, dağılan aileler, artan suç oranları, madde bağımlılığı, şiddetin ve hoşgörüsüzlüğün her türlüsü ve yozlaşan değerler olarak tezahür ediyor bizim batılılaşma ve modernleşme sürecimiz…

            80’li yıllarda Berlin caddelerinde gördüklerim beni oldukça şaşırtmıştı. Böyle manzaralarla, Türkiye’de karşılaşmak, imkansızdan öte bir şeydi. Ama o günlerin gelmesi için aradan bir otuz senenin geçmesi gerekecekti. Batı’nın sorunlarıyla biz de tanışacak ve imkansız olan gerçekleşiverecekti.

            Batı’nın uzun yıllar boyu sindire sindire kat ettiği yolu; biz daha kısa sürede ve daha sancılı yaşamak durumundayız.

            Bunları yazarken o karga fıkrası aklıma geldi. Karga günün birinde bülbül gibi ötmek istemiş. Başlamış başarısız denemelere fakat ne yaptıysa bir türlü bülbül gibi ötememiş. Aradan biraz zaman geçmiş. Karga denemiş, denemiş bakmış ki olmuyor. “En iyisi ben yine kendim olayım, kargalığa devam edeyim” demiş. Ama nafile, karga tekrar karga gibi ötmeyi becerememiş, tuhaf sesler çıkartır olmuş. Anlayacağınız karga, ne bülbül ne de kargaymış artık.

            Efendim; Ramazan Ayı’nda biraz özeleştiri iyi gelebilir belki, diye düşündüm. Ne dersiniz?

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.