Bekir Zorba
Köşe Yazarı
Bekir Zorba
 

Potpuri

“ İklim bir halkın karakter ve tutkularının biçimlenmesini etkiler ”     Öznesi insan olan konularda, yargılara varmak ve kesin sonuçlara ulaşmak her zaman mümkün değildir. Hayatı anlamlandıran insan, aynı anda hayatı zehir etme potansiyelini de taşır. İnsan dendiğinde orada biraz durmak gerekir. Ezberinizde olanları terketmek, sürprizlere, oldu- bitti’lere, beklenmeyenlere her an hazırlıklı olmak gerekir, insan dendiğinde…   İnsanın davranış kalıpları bulundukları coğrafyaya ve taşıdıkları kültüre göre mi şekillenir yoksa o yerin sistemine göre mi? Bakın işte sadece bu konuda bile bir fikir birliği yoktur insanlar arasında. Kimilerine göre coğrafya kader iken, bir başkasına göre coğrafya kesinlikle kader değildir.   Konu açıldığında hemen Almanya’daki Türkler örneği gelir aklıma. Almanya’da trafik kurallarına uyan bir Türk; Kapıkule’den içeri girdiğinde trafik kurallarına Almanya’da olduğu kadar bağlı kalmaz. Ya da orada çalışma hayatına katılışındaki uyumu, ülkesinde bulamazsınız.    İnek her yerde inektir. Süt her yerde süttür. Ancak Avrupalı besici refah içindeyken, bizim üreticilerimiz borç içinde yüzer, fakirlik çeker. Çünkü biz eti- sütü olduğu gibi satarız. Ancak markalaştığınızda, katma değer yarattığınızda para kazanıyorsunuz. Hata nerede acaba? “ Bir lokma, bir hırka” diyen de biziz. “Rızkın onda dokuzunun ticarette” bulunduğuna inanan da…   YouTuberlik para kazandıran bir meslek olma yolunda epey mesafe kat etti. YouTube videoları milyonlarca izleyiciye ulaşıyor artık. Mesela oğlum, o Almanya’yı eski bir Almancı olan babasından değil de Youtuberlerin gözünden anlamaya çalışıyor. Geçenlerde, Almanların neden aşırı kuralcı olduklarını sordu bana. Bana izlettiği videoda bir İsviçre- Almanya karşılaştırması yapılmış. İsviçre’nin Almanca konuşulan kesiminde alışveriş merkezindeki uyarı levhasında “ Marketimizde hırsızlık kesinlikle istenmez”  yazılıyken, Almanya’da ise, “ Hırsızlık yasaktır” levhası asılıdır. Alman kafası düz ve kesin önermelere yatkındır. Burada bir kolektif bilinçten söz edilebilir mi?   Ünlü bilim insanı yazarımız tavsiyeler vermeyi bir görev addetmiş ve hatta o kadar ileri gitmiş ki bu konuda bir kitap bile yazmış. Öte yandan yaşı yetmişi deviren popüler gazetecimiz kendisine yöneltilen soru üzerine; “ Hiç kimseye, hiçbir önermede bulunmam, su akar mecrasını bulur” demektedir. İşte size mesleklerinin zirvesinde bulunan iki kişiden iki zıt görüş. Aynı duayen gazeteci tecrübeye de itimat etmediğini söylüyor. Ona göre tecrübe; müthiş bir ayak bağı.   Bugünlerde nehir söyleşi kitapları hayli revaçta. Usta sanatçılarımızdan biriyle yapılan söyleşi kitabında ilginç tespitler saklı. Penceresini sürekli açık tuttuğunu söyleyen sanatçı; odasının toplumun bütün sesleriyle dolduğunu ve bunun onu beslediğini vurguluyor. Onun gördüğü Türkiye manzarası; “giderek çölleşen bozkıra dönüşen bir görüntü ama bu iç karartıcı manzarada bile öbek öbek yeşillikler var”. Umut da zaten fakirin ekmeği değil miydi?   Bizim toplumumuzda düşünmek yerine inanmak öne çıkıyormuş. “Doğu toplumları şiirle düşünür” der Batılılar. Batı düşünce ile Türkiye şiirle düşünürmüş. Hiç şaşırmadım desem abartıya kaçmaz. Demek ki o yüzden her dört kişiden beşi(!) şair çıkıyor güzel memleketimde. Marksizmi Marks’tan değil de Nazım’ın olağanüstü dizelerinden öğrenen, kavrayan başka hangi millet vardır?   Gün geçmiyor ki yeni bir bilgi, araştırma sonucu çıkmasın önümüze. İşte ezberleri bozan yeni bir düşünce. Buna göre, üniversiteleri yaygınlaştırmak, hele her ile bir tane açmak çok gerekli değilmiş. İnsan ne öğrenirse üç yaşına kadar öğreniyormuş. O bakımdan üniversite yerine, okul öncesi eğitime odaklanmalıymışız. Kreşler, anaokulları daha mühimmiş. Öyle ki o yaşlarda okuma alışkanlığı edinmek hayati öneme sahipmiş.   Sanayi devrimini ıskalayan Türkiye; tam bir yol ayrımında, bu kez trendeki yerimizi çabucak kapmamızı öneriyor uzmanlar. Bunun için gerekli sihirli sözcük ise ‘KODLAMA’imiş.              Bugün içimden böyle bir karmaca yapmak geldi. Efendim yine bir uzman görüşü ile bağlıyorum:  “İnsan ne yapıp edip kendi gerçeğini yakalamalı. Toplumda kendi becerisi, kendi kimliği ile yer almalı. Hiç kimsenin geçmişten gelen bir artısı olmamalı. Her zaman sevdiği işi yapmalı insan. Çünkü mutluluğa giden yol buradan geçer.”  
Ekleme Tarihi: 28 Ağustos 2019 - Çarşamba

Potpuri

“ İklim bir halkın karakter ve tutkularının biçimlenmesini etkiler ”

 

  Öznesi insan olan konularda, yargılara varmak ve kesin sonuçlara ulaşmak her zaman mümkün değildir. Hayatı anlamlandıran insan, aynı anda hayatı zehir etme potansiyelini de taşır. İnsan dendiğinde orada biraz durmak gerekir. Ezberinizde olanları terketmek, sürprizlere, oldu- bitti’lere, beklenmeyenlere her an hazırlıklı olmak gerekir, insan dendiğinde…

  İnsanın davranış kalıpları bulundukları coğrafyaya ve taşıdıkları kültüre göre mi şekillenir yoksa o yerin sistemine göre mi? Bakın işte sadece bu konuda bile bir fikir birliği yoktur insanlar arasında. Kimilerine göre coğrafya kader iken, bir başkasına göre coğrafya kesinlikle kader değildir.

  Konu açıldığında hemen Almanya’daki Türkler örneği gelir aklıma. Almanya’da trafik kurallarına uyan bir Türk; Kapıkule’den içeri girdiğinde trafik kurallarına Almanya’da olduğu kadar bağlı kalmaz. Ya da orada çalışma hayatına katılışındaki uyumu, ülkesinde bulamazsınız.

   İnek her yerde inektir. Süt her yerde süttür. Ancak Avrupalı besici refah içindeyken, bizim üreticilerimiz borç içinde yüzer, fakirlik çeker. Çünkü biz eti- sütü olduğu gibi satarız. Ancak markalaştığınızda, katma değer yarattığınızda para kazanıyorsunuz. Hata nerede acaba? “ Bir lokma, bir hırka” diyen de biziz. “Rızkın onda dokuzunun ticarette” bulunduğuna inanan da…

  YouTuberlik para kazandıran bir meslek olma yolunda epey mesafe kat etti. YouTube videoları milyonlarca izleyiciye ulaşıyor artık. Mesela oğlum, o Almanya’yı eski bir Almancı olan babasından değil de Youtuberlerin gözünden anlamaya çalışıyor. Geçenlerde, Almanların neden aşırı kuralcı olduklarını sordu bana. Bana izlettiği videoda bir İsviçre- Almanya karşılaştırması yapılmış. İsviçre’nin Almanca konuşulan kesiminde alışveriş merkezindeki uyarı levhasında “ Marketimizde hırsızlık kesinlikle istenmez”  yazılıyken, Almanya’da ise, “ Hırsızlık yasaktır” levhası asılıdır. Alman kafası düz ve kesin önermelere yatkındır. Burada bir kolektif bilinçten söz edilebilir mi?

  Ünlü bilim insanı yazarımız tavsiyeler vermeyi bir görev addetmiş ve hatta o kadar ileri gitmiş ki bu konuda bir kitap bile yazmış. Öte yandan yaşı yetmişi deviren popüler gazetecimiz kendisine yöneltilen soru üzerine; “ Hiç kimseye, hiçbir önermede bulunmam, su akar mecrasını bulur” demektedir. İşte size mesleklerinin zirvesinde bulunan iki kişiden iki zıt görüş. Aynı duayen gazeteci tecrübeye de itimat etmediğini söylüyor. Ona göre tecrübe; müthiş bir ayak bağı.

  Bugünlerde nehir söyleşi kitapları hayli revaçta. Usta sanatçılarımızdan biriyle yapılan söyleşi kitabında ilginç tespitler saklı. Penceresini sürekli açık tuttuğunu söyleyen sanatçı; odasının toplumun bütün sesleriyle dolduğunu ve bunun onu beslediğini vurguluyor. Onun gördüğü Türkiye manzarası; “giderek çölleşen bozkıra dönüşen bir görüntü ama bu iç karartıcı manzarada bile öbek öbek yeşillikler var”. Umut da zaten fakirin ekmeği değil miydi?

  Bizim toplumumuzda düşünmek yerine inanmak öne çıkıyormuş. “Doğu toplumları şiirle düşünür” der Batılılar. Batı düşünce ile Türkiye şiirle düşünürmüş. Hiç şaşırmadım desem abartıya kaçmaz. Demek ki o yüzden her dört kişiden beşi(!) şair çıkıyor güzel memleketimde. Marksizmi Marks’tan değil de Nazım’ın olağanüstü dizelerinden öğrenen, kavrayan başka hangi millet vardır?

  Gün geçmiyor ki yeni bir bilgi, araştırma sonucu çıkmasın önümüze. İşte ezberleri bozan yeni bir düşünce. Buna göre, üniversiteleri yaygınlaştırmak, hele her ile bir tane açmak çok gerekli değilmiş. İnsan ne öğrenirse üç yaşına kadar öğreniyormuş. O bakımdan üniversite yerine, okul öncesi eğitime odaklanmalıymışız. Kreşler, anaokulları daha mühimmiş. Öyle ki o yaşlarda okuma alışkanlığı edinmek hayati öneme sahipmiş.

  Sanayi devrimini ıskalayan Türkiye; tam bir yol ayrımında, bu kez trendeki yerimizi çabucak kapmamızı öneriyor uzmanlar. Bunun için gerekli sihirli sözcük ise ‘KODLAMA’imiş.           

  Bugün içimden böyle bir karmaca yapmak geldi. Efendim yine bir uzman görüşü ile bağlıyorum:  “İnsan ne yapıp edip kendi gerçeğini yakalamalı. Toplumda kendi becerisi, kendi kimliği ile yer almalı. Hiç kimsenin geçmişten gelen bir artısı olmamalı. Her zaman sevdiği işi yapmalı insan. Çünkü mutluluğa giden yol buradan geçer.”

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.