Bekir Zorba
Köşe Yazarı
Bekir Zorba
 

Sandığa Doğru

On dokuz ayda, dördüncü seçimi yapmış olacağız. Çok seçici olduğumuzdan, seçimleri pek sevdik(!) Seçim; adı seçim fakat gerçekten seçme özgürlüğümüz var mı? İşte orası biraz şüpheli. Bana göre seçim yerine, daha çok oy kullanıyoruz biz. Çünkü adaylar genellikle irademiz dışında belirleniyor. Ayrıca silahların gölgesinde, güvenlik sorunlarının oluştuğu bir seçim; ne kadar meşru sayılır? Kafa karışıklığı ile yerli yerine oturmayan uygulamalar, aşırı kutuplaşma ve ötekileştirme ile gidiyoruz 1 Kasım’a…Hiçbir şey olması gerektiği gibi değil, tahammülsüzlük had safhada, birlikte yaşama iradesi büyük tehlike altında.    Herkesin canı kendisine tatlı. “Sakın bana bir şey olmasın, sevdiklerime, fikirdaşlarıma bir şey olmasın!” Ancak başkalarına, ötekilerine ne olursa olsun, öyle mi? Oh ne güzel her şey keyfimize, isteğimize göre. Bazı gazeteler, Ortadoğu’da yüzlerce kişinin öldürüldüğü katliamlardan sonra başlık atmıştı: “Silahlı kalkışmaya müdahale”. İşimize geldiğinde halk isyanı, işimize gelmediğinde kalkışma. Ama bu yaklaşım sadece o gazetedekilere mahsus değil.    Bu ülkede her kesim sadece kendi “penceresinden” bakıyor, sadece kendi ölüsünü önemsiyor. Herkes kendi göğsündeki yarayı görüyor ve kafalar karışık. Birilerine göre şehit sayılan, başkalarına göre terörist, asi sayılabiliyor. Oysa şehitlik mertebesinin bir tabiri vardır ve bu kişiden kişiye, görüşten görüşe değişemez. Böyle olunca da gerçekler eğilip bükülüyor. Aynı haberi değişik kanallardan farklı farklı izliyoruz. Haber alma özgürlüğünün bu denli perdelendiği bir ülkede demokrasiden söz edilebilir mi? Sağcısı da, solcusu da, laik olanı da, dindarı da kimsenin “ayranı ekşi” değil.    İşte tam da buradan yola çıkarak… Gözümüzün önünde cereyan eden olaylara bile objektif bakamadıktan sonra. Doğru ve kirli bilgileri ayırt etmekte bu kadar zorlandıktan, sağlıklı tahliller yapamadıktan sonra; geçmişte yaşananlar konusunda, nasıl bir fikir birliği oluşur? Anlatanların ideolojisine göre şekillenen bir tarih, gerçek tarih olur mu? Çok seslilik özgürlüğün kapılarını mı aralıyor yoksa kaosa mı yol açıyor? Doğrusu bilemiyorum. Medyayı ve gündemi kıyısından köşesinden takip etmeye çalışanlar açısından bile böyleyse eğer, diğerlerinin vay haline…    Özellikle bu yakada, İslam coğrafyasının içine atıldığı durum çok umutsuz ve vahim görünüyor. Süper güçler ( Rusya-Çin) yanı başımıza yığınak yapıyor. Sanki topyekun bir hesaplaşmaya doğru gidiyoruz. Sanki bilerek, isteyerek yapıyoruz bunları. Kin ve nefret tohumları adeta mayınlı tarlalar gibi kimseye hareket alanı bırakmıyor. İtidalli olanların sesleri bir böcek vızıltısı gibi ortada kayboluyor, dikkate alınmıyor. Birlikten, kardeşlikten söz edenler ya samimi bulunmuyor ya da romantik, korkak olmakla suçlanıyor.        Gidişat “freni patlamış bir kamyonu” andırıyor. Duruma müdahale edebilme imkanları azalıyor. Her şey inisiyatifimiz dışında gelişen ve sonra bize seyrettirilen “bir video oyununu” andırıyor. Gerçeklik ve sanallık iç içe geçiyor. Bununla kitlelere karamsarlık, yılgınlık aşılamak, ardından teslim alınmak isteniyor. Fakat yine biliyoruz ki “karanlığın en koyu olduğu anlar, aydınlığın en yakın olduğu anlardır”. Çareler ise; uzaklarda değil yine bu topraklarda ve kendi “genetik kodlarımızda” aranmalıdır.       
Ekleme Tarihi: 07 Ekim 2015 - Çarşamba

Sandığa Doğru

On dokuz ayda, dördüncü seçimi yapmış olacağız. Çok seçici olduğumuzdan, seçimleri pek sevdik(!) Seçim; adı seçim fakat gerçekten seçme özgürlüğümüz var mı? İşte orası biraz şüpheli. Bana göre seçim yerine, daha çok oy kullanıyoruz biz. Çünkü adaylar genellikle irademiz dışında belirleniyor. Ayrıca silahların gölgesinde, güvenlik sorunlarının oluştuğu bir seçim; ne kadar meşru sayılır? Kafa karışıklığı ile yerli yerine oturmayan uygulamalar, aşırı kutuplaşma ve ötekileştirme ile gidiyoruz 1 Kasım’a…Hiçbir şey olması gerektiği gibi değil, tahammülsüzlük had safhada, birlikte yaşama iradesi büyük tehlike altında.

   Herkesin canı kendisine tatlı. “Sakın bana bir şey olmasın, sevdiklerime, fikirdaşlarıma bir şey olmasın!” Ancak başkalarına, ötekilerine ne olursa olsun, öyle mi? Oh ne güzel her şey keyfimize, isteğimize göre. Bazı gazeteler, Ortadoğu’da yüzlerce kişinin öldürüldüğü katliamlardan sonra başlık atmıştı: “Silahlı kalkışmaya müdahale”. İşimize geldiğinde halk isyanı, işimize gelmediğinde kalkışma. Ama bu yaklaşım sadece o gazetedekilere mahsus değil.

   Bu ülkede her kesim sadece kendi “penceresinden” bakıyor, sadece kendi ölüsünü önemsiyor. Herkes kendi göğsündeki yarayı görüyor ve kafalar karışık. Birilerine göre şehit sayılan, başkalarına göre terörist, asi sayılabiliyor. Oysa şehitlik mertebesinin bir tabiri vardır ve bu kişiden kişiye, görüşten görüşe değişemez. Böyle olunca da gerçekler eğilip bükülüyor. Aynı haberi değişik kanallardan farklı farklı izliyoruz. Haber alma özgürlüğünün bu denli perdelendiği bir ülkede demokrasiden söz edilebilir mi? Sağcısı da, solcusu da, laik olanı da, dindarı da kimsenin “ayranı ekşi” değil.

   İşte tam da buradan yola çıkarak… Gözümüzün önünde cereyan eden olaylara bile objektif bakamadıktan sonra. Doğru ve kirli bilgileri ayırt etmekte bu kadar zorlandıktan, sağlıklı tahliller yapamadıktan sonra; geçmişte yaşananlar konusunda, nasıl bir fikir birliği oluşur? Anlatanların ideolojisine göre şekillenen bir tarih, gerçek tarih olur mu? Çok seslilik özgürlüğün kapılarını mı aralıyor yoksa kaosa mı yol açıyor? Doğrusu bilemiyorum. Medyayı ve gündemi kıyısından köşesinden takip etmeye çalışanlar açısından bile böyleyse eğer, diğerlerinin vay haline…

   Özellikle bu yakada, İslam coğrafyasının içine atıldığı durum çok umutsuz ve vahim görünüyor. Süper güçler ( Rusya-Çin) yanı başımıza yığınak yapıyor. Sanki topyekun bir hesaplaşmaya doğru gidiyoruz. Sanki bilerek, isteyerek yapıyoruz bunları. Kin ve nefret tohumları adeta mayınlı tarlalar gibi kimseye hareket alanı bırakmıyor. İtidalli olanların sesleri bir böcek vızıltısı gibi ortada kayboluyor, dikkate alınmıyor. Birlikten, kardeşlikten söz edenler ya samimi bulunmuyor ya da romantik, korkak olmakla suçlanıyor.    

   Gidişat “freni patlamış bir kamyonu” andırıyor. Duruma müdahale edebilme imkanları azalıyor. Her şey inisiyatifimiz dışında gelişen ve sonra bize seyrettirilen “bir video oyununu” andırıyor. Gerçeklik ve sanallık iç içe geçiyor. Bununla kitlelere karamsarlık, yılgınlık aşılamak, ardından teslim alınmak isteniyor. Fakat yine biliyoruz ki “karanlığın en koyu olduğu anlar, aydınlığın en yakın olduğu anlardır”. Çareler ise; uzaklarda değil yine bu topraklarda ve kendi “genetik kodlarımızda” aranmalıdır.       

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve inovatifhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.